30 Eylül 2011 Cuma

Susalım mı sayalım mı?

1-3-6-3-3-1-2-...
Karakol, öğretmen, çocuk, kadın, bebek, er, subay..
Aynı toprak, aynı suyu paylaşan bu kadar insan. Bu günlerde biz de olsak bağımsızlık için savaşırdık diyenler var malum. Savaşırdık diye bir şey yok zaten savaşıyorlar ama hangi dilde hangi dinde? 
Savaş ve savaş kavramı birbirinden tamamen ayrı iki mantıktır. (war and concept of war) Savaşmaya hakkınız olabilir ama öldürmeye, yok etmeye, bir ilkenin altına saklanıp, her şeyi mübah saymaya, ölümden kendi dilinde umut yaratmaya.. Bir çocuğun ölümü hangi milletin doğuşunun sebebi olabilir? 
Ya bir gün bu savaş yanlılarının kızları kaçırılırsa, o zaman ne diyecekler bakalım.
Türkiye'nin birçok yerini gezdiğinizde evlerde bayraklar görürsünüz, özellikle sınırlara doğru. Bayrağın  gölgesinde yaşamak eskilerde kalmış. Şimdi istenen de belki olması gereken de birleşmekten, dayanışmaktan  çok ayrılmak, özgür olmak. Milli kimlikleri saksının altında kalmış sanki, kurtulmak için tepişip duruyorlar, üstteki çiçekler ne kadar zarar görüyor, bir yerler kuruyor, farkında değiller, ya da farkındalar ama kimlik sahibi olmak yok etmekten daha yüce bir anlayış. 
Susalım mı sayalım mı, sıra büyük şehirlere de gelecek, daha çok ses çıkacak, feryatları bastıracak gücü bulabilecek olan var mı?

27 Eylül 2011 Salı

Eskisiyle yenisiyle Eskişehir sokakları..

Eskişehir'in meşhur barlar sokağı.. Gündüz böyle göründüğüne bakmayın siz bir de gece görün. Efes'in "Sokakta Hayat Var" sloganını bilenleriniz vardır. Efes sihirli değneğiyle sokağa dokunmuş ve ortaya inanılmaz keyifli uzun bir yol çıkmış. Gece ışıl ışıl, tıklım tıklım, yürürken bile çok keyif alıyorsunuz. İstanbul'a göre alışık olmadığımız tek şey mekanlardan Metallica yerine pop-arabesk canlı müzik seslerinin gelmesi. Mekanların isimleri insanı güldürüyor. Bir sağa bir sola bakıyorsunuz; Hangover, Şut Pub..

 
Eskişehir'in eş işlek yerlerinden biri, Doktorlar Caddesine bağlanan Kanatlı Alışveriş merkezine bakan meydan. Kanatlı yapılan ilk modern alışveriş merkezi. Şimdi bir de Espark var. Heykeller, anıtlar sizi her yerde karşılıyor, hatta Doktorlar Caddesi üzerinde her sokak paşında bir hayvan heykeli var. Kaplumbağa, ayı..


Meşhur Porsuk Çayı. Şehirin ortasından geçiyor. Hem ulaşım hem de gezi için kullanılan motorlar var ama keyfini çıkarmak istiyorum diyorsanız gondollarla küçük bir gezi yapın. Gondol dediğime bakmayın, elektrikli motorları varmış, biri sizin için yön veriyor. Bir an Venedik'te sanabilirsiniz kendinizi ;) 

Gondol seyahati 15 dakika bile sürmüyor, ama gidip de binmeden dönmek olmazdı.



Odunpazarı evlerinin bir kısmı Turizm Bakanlığı tarafından hem restore edilmiş hem de kullanılıyor, bazıları ise ayakta durmaya çalışıyor. Yolun başında Bakanlı'ğa ait ofisten sokak haritası alırsanız gezmesi daha da kolay olur. Sonuna doğru geldiğinizde sizi Külliye karşılıyor. Güzel bir bahçesi var, bahçenin sonunda ise bir kütüphane. Küçük ama ışığı, masaları, masaların üstündeki satranç takımları, o kadar güzel ki..

 Ben aslında satranç oynamayı bilmiyorum. Amaç poz vermekti, Uğurcan'ın eline sağlık.


Çiçek Pasajı'nı andırmıyor mu? Burası adını yanlış hatırlamıyorsam Gençlik Merkezi. İçinde rakı balıkçılar yok ama bijuteriler ve kumpirciler var. 

Kent Park 2007 yılında yapılmış. Uzun yürüyüş yolları, atları sevebileceğiniz bir alan, iki restoran ve yapay plaj var içerisinde. İsteyen deniz bisikletine de binebilir. Eskişehir'in belki denizi yok ama her türlü ufak deniz aracını görebiliyorsunuz.

26 Eylül 2011 Pazartesi

Eskişehir lezzet durakları..

İki gün de olsa bir dolu fotoğraf, bir sürü anlatmak istediğim.. En iyisi mi ben yemeklerden başlayayım dedim.

Eskişehir dendiğinde akla ilk haşhaşlı ekmek ve çibörek geliyor sanırım. Evet çiğbörek değil. Bakın:

Haşhaşlı ekmek hiç görmedim. Ama hiç bilmediğim bir yemeğin Eskişehir'e özgü olduğunu öğrendim. Yoğurtlu köfte.. İskender'e oldukça benziyor, sadece köfteli versiyonu. Alttaki pideler kızarmış olsaydı daha da lezzetli olacaktı. Köftesini tadı kaşarlı köfteye benziyordu. Ellerine sağlık. Biz Bağlar'a gittik tavsiye üzerine, fena değildi. Yanında mutlaka şıra için.


İstanbul'da da yavaş yavaş yemeye başladığımız yoğurtlu dondurma ya da yoğurt dondurma da Eskişehir'e özgü olup, dilediğiniz yerde yiyebileceğiz gerçek bir lezzet. Hele benim gibi dondurmayı pek sevmeyip, ekşiye bayılıyorsanız tam sizlik. Benden size tavsiye, herhangi bir sosla bu lezzeti gölgelemeyin. Biz Kent Park'ın içindeki Rosa Luna'da yedik, siz daha geleneksel bir yer bulabilirsiniz.

Eskişehir'in pişmaniyeye benzeyen bir de met helvası varmış. Mutlaka tadına bakın, pişmaniyeden daha hafif, yemesi daha kolay, çubuk şeklinde, hafif çikolatalıları da var. 

Odunpazarı evlerini gezerken bir konakta durup kahve içmesek olmazdı. Oldukça eski bir konak seçtik, ev sahipleri o kadar tatlı insanlardı ki, hem konağa hem onlara bayıldım. Kahveleri ise içtiğim en lezzetli kahveydi. Gülüşen Hanım'a sevgilerimle, ellerine sağlık. Bahçelerini de fotoğraflamaktan geri kalmadım tabii.





 Yolunuzu mutlaka düşürün.

23 Eylül 2011 Cuma

Ekinoks, müjdeci cuma ve Fenerbahçe..

Maç gününden beri bu konu ile ilgili ne düşündüğümü tam olarak ifade etmeye çalışıyorum ama elimden geldiğince net olmayı deneyeceğim. Uygulamayı ilk duyduğumda, bu cezalı maç noktası daha konuşulmadan, kadın ve çocukların maçlara ücret ödemeden girmeleri ve oluşabilecek gelir kayıbını TFF'nin üstlenmesi çok hoş bir hareket olduğunu düşünmüştüm. Özellikle Anadolu takımları ve futbolsever kadınların stadta daha geniş yer bulabilmesi için ciddi bir adımdı. Hala her maç için düzenlenmedi. Şu noktada seyirci cezası alan maçlar için uygulama başlatıldı ve Fenerbahçe bunu tecrübeleyen ilk takım oldu.


Benim tam sindiremediğim şey sanırım futbolun erkek egemen dünyasında, kadının yedek oyuncu olması. Diğer bir tabirle beylerimiz kırmızı kart görürse maça yedek kadınlarımızı sokalım. Feminist değilim, ama buna tüm sınırlardan kurtarıp, bir takıma bağlılık, spor dalı, bir hobi olarak baktığımızda kadına ve erkeğe eşit uzaklıkta olması gerektiğini düşünüyorum. Normal maçlar için uygulanmaya başladığında da kadınlar ve çocuklar için ayrı bir giriş ve ayrı bir tribün olacakmış. Ben erkek bir arkadaşımın yanında onun kombinesiyle aynı kapıdan girip maçı beraber izleyemeyecek miyim, yoksa bunun için bedel  mi ödemem gerekecek, haremlik selamlık maç seyredip, bir sürü erkeğin arasında bağırıp zıplayan o güzel kızları artık tecrit alanlarında mı göreceğiz merak konusu?

Ya kadınlarda ceza alırsa? Bir arkadaşımın dediği gibi o zaman gayler.. Peki biz şimdi bir sıralama yapmadık mı? Evet yapdık, gerisini siz düşünün..

Konser alanı gibiydi, tizdi, renkliydi, Fenerbahçe camiası için gurur vericiydi, bir ilkti.. 

..devam edin kadınlar, bizden de çok iyi bir taraftar ve en önemlisi futbolsever olur. Bu ara da ben sıkı bir Beşiktaşlıyım. Kızdırmayın, kafa atarım size ;) 

23 Eylül..

Yaz bitti derken, yedide hava kararmalarına daha biz alışamamışken günler bugünden sonra gittikçe kısalacak. Dışarıda delice bir rüzgar var, yağmurda yüzünü gösterdi, üşümeye başladım ben..bızzzz..

Haftasonunda buralarda yokum. Alkol, dostlar, tanışılmamış bir şehir, yemekler, uzaklarda olmanın inanılmaz hissi. Evet ben o uzakta olunca kendinde de uzak olduğunu düşünen salaklardanım. Kargocunun sitesiyle birlikte yaşıyorum, bugün fotoğraf makinam gelmeli, o evleri yemekleri ben onunla çekmeliyim. Bekleme devam ediyor, lütfen lütfen..


Cuma'yı kapatırken, dün biraz başbakanımızın BM konuşmasını dinledim, avrupa hayranlığımdan ya da kasıntılığımdan, olması gereken olmasından da değil, ama bir tarafım keşke İngilizce konuşsaydı dedi.


Rumların elimizden çektiği de yetmedi. Erdoğan'ın ne dediğini duymamış olmak istiyorum. Ben bir dönem aynı sokakları, kültürü paylaşan, hala aynı toprak parçası üstünde yaşayan insanlarla ilgili bu kadar kesin ifadelere karşıyım. Belki anneannem Selanik göçmeni olduğundandır. Teyzem Yunanistan'dan dün döndü. Fotoğraflarına baktım da, orada kurulan sofralara, ahbaplarının hepsi anneleri mübadele döneminde gönderilenler. Korkunç bir Türkiye sevgisi, özlemi var. Mübadele gecesini 18 Eylül olarak kutluyorlarmış, arkada Konyalı çalarak. Kutlama gecesinde Efeler sahnedeydi. Ben bunları duyunca, görünce, üzülüyorum, "Rumları durdurmak lazım" ibaresine. Bazı konularda daha hassas olmak lazım. 

Obama'nın Filistin için kararı onları çok kızdırdı. Söylenecek çok bir şey yok. Dostunun ne zamana kadar koşulsuz, şartsız yanında olduğunu bilemezsin. Bu mevzuda bırakın dostu, seni doğuran annenin seni bir gün terk etmeyeceğini nereden biliyorsun durumu oluşmuş. Lobiler, güçlü kamuoyu, sivil toplum örgütleri, sendikalar, medya.. Politika ve politik kararlar, hiçbir zaman tek bir if'e bağlı bir durumun sonucu değildir.

Have a nice weekend ;)

21 Eylül 2011 Çarşamba

Emmy'nin ardından..


Ben bu kadına bayılıyorum, sizi bilemem ama ;)


Bir Emmy ödülleri gecesini daha geride bıraktık, ben etkisinden ancak kurtulabildim ki, yazabiliyorum. Sonuçlara çok şaşırdık mı, dalga mı geçiyorsunuz, Mad Men yine yaptı yapacağını, Boardwalk Empire kaldığı yerden devam etti, Kate Winslet'i hepimiz bekliyorduk, komedi alanında tabiri caizse Modern Family sildi süpürdü. Good Wife ile ödül alan Julianna Margulies'e saygım sonsuz. Niptuck'tan hatırlayanlarınız var mı bilmiyorum ama Peter Dinklage inanılmaz bir oyuncu, onu gördüğüme çok sevindim. Herkes Game of Thrones izlemeye başlarken o da Peter sayesinde geceden nasibini aldı. Mini diziler The Pacific ile kendilerini onları yok sayanlara bile duyurmuşlardı, her sene daha da başarılı yapımlar ortaya çıkıyor. Yılda üç dört, bazen daha az sayıda filmle izleme fırsatı bulduğumuz Hollywood yıldızlarını da tv ekranında görme şansı bulmuş oluyoruz. Sağolsunlar.

Evet, bu kadına bayılıyorum, hele bu sene klişeleşmiş tabirle kırmızı halının rengi kırmızıydı ama bana sorarsanız en güzeli oydu. Renklerle çok aram yoktur, yıllarla biraz daha barışmaya çalışıyorum ama işte baştan aşağı elegant kırmızı bir elbise böyle olur ve böyle taşınır. İzlemeyenleriniz varsa Kate Winslet'in sınırlarını Reader ve Revolutionary Road'ta keşfetmenizi tavsiye ederim. Reader'ın ilk kırk beş dakikası zordur ama kesinlikle değer. Revolutionary Road ise Leonardo ile Titanic'ten sonra buluşturan ve biraz yorucu bir film, ama her ikisi de harikalar.

Kate'e iltifat etmeyi bırakıyorum, who wore what

Yanyana durduğunda Gwyneth ve Julie'nin kumaş benzerliği gözümden kaçmadı. Katie ne yapsa zayıflığını saklayamamış.


Fotoğraflar için luxpresso'ya teşekkürler. 

"If I have a chance to stand on redcarpet, I will absolutely wear a black strapless dress, may be some lace" Black is always fashion.
 

19 Eylül 2011 Pazartesi

Her şey standart..


Allah standarttan ayırmasın..

Hala Kaybedenler Kulübü'nü izlemeyenler için çok üzüldüğümü söylemeliyim. Son zamanlarda izlediğim en iyi türk filmi olmasının yanısıra, hem ifadelerindeki cesurluğu, hem de belli bir kesime ayna olmasıyla bence mutlaka izlenmesi gereken bir yapıt.

İlk soundtrack'ini keşfettim, sinemada izlemene fırsatı bulamamıştım. Sonra salonlarda yakaladım. Çok keyifli ve bol düşünceli iki saat geçirdim. Bir daha izleyecek olsam bütün replikleri tekrar tekrar dinler, yazar, düşünürdüm. Hala fırsat bulamamış olanlar için bu hafta cuma günü türkmax'te izleyebilirsiniz. 

İki radyocu, onlara benzemeye çalışan, nesil tabiriyle cinsellikten, ölüme, ilişkilere bu kadar cool bakmaya aslında felsefeyi çözmeye çalışan çok insan var, ne kadar yaklaşıyorlar sormak lazım. Ben lafta becerselerde, hayatın buna o kadar da izin vermediğini düşünenlerdenim. Sevmek her şeyi altüst eder, sonra bir artı iki üç etmez zaten. Sevmek diyorsam, bu karşı cins değil sadece, bir çiçeği seversin, ölür, üzülürsün, insanlar ana babasının  ölümüne üzülürken bir bakmışsın sen bir çiçeğe ağlıyorsun. Sevmek böyle bir şeydir, sen anlamazsın, o sana seni anlatır, aslında kim olduğunu ya da asla kim olamayacağını..

Pardon sizinle yatmışmıydık.. zzz ne dedim ben

Repliklere bir göz atın, siz karar verin, düşünmeye değer mi diye.

Sorular sadece cevabı duymak istediğiyle var olurlar.
İnsan karar vererek aşık olmaz, bir bakmış olmuş.
Doğru zamanda, doğru yerde olamamaklardan oluşur her zaman hayat. ( Bakınız bizim if'ler )
İnsanın yeryüzünde en uzak olduğu nokta kendi sırtıdır aslında. 
Bunca insan yalnızken neden bunca insan yalnız? Madem hepimiz yatıyoruz, neden yalnız yatalım?

Dün bir arkadaşıma söylediğim gibi düşünmek kolay, düşündüğünle mutlu olmak, onu kabullenmek, sindirmek, sonra hiç düşünmemiş gibi devam etmek. Ya da benim gibi her düşündüğünü söylemek ama bazen yapamamak. 

Her düşündüğünü söyleyen, düşünen, kendileri olmaktan mutlu olan, dürüst iki radyocunun hikayesi..

Bağrı yanık dostlara merhaba, iyi pazartesiler.. 


Bilmeyenler için bu güzel ses Asu Maralman'a ait..


PS: O cuma geçen cuma da olabilir, en iyisi siz türkmax'i takip edin ;)

16 Eylül 2011 Cuma

Bienal, tecavüz ve Yann Tiersen..

Sıkıntılı ve tatsız bir günün ortasında bu havadan kurtulmak için ne yapılabilir?

Hayır fashion night out'ta neler olduğuna bakmayacağım, bu benim canımı daha da sıkabilir.

Bienal haberlerini okumak, yerinde görmek ve fotoğraflamak için zaman yaratmaya çalışıyorum kendime ama bunun için sanırım yeni makinamın elime ulaşmasını bekleyeceğim.


Farkında olmayanlar ya da bu da ne diyenler için 12.İstanbul Bienali ve eski Bienaller için ayrıntılı bilgiyi http://bienal.iksv.org/tr/arsiv/haberarsivi/p/1/243'den edinebilirsiniz. Kasım ortasına kadar ziyaret edebilirsiniz.

Modern sanatın en sesli ama en sessiz hali İstanbul'un birçok yerinde kendini gösterme fırsatı bulacak tabii isimsizler de. 

Kasım demişken, 22 Kasım daha bir farklı olacak bu yıl. Nedim Şener, Ahmet Şık ve Soner Yalçın mahkeme karşısına çıkacaklar. Pınar Selek'in dava sürecine benzememesi biz siyasal bilimcilerin yegane isteği, malum biz bu ülkede talep edemiyoruz..

Hani şu meşhur if meselesi var ya, ev ve dekorasyonu konusunda ben bu işten istifa ediyorum. Halı seçme kısmı bana ağır geldi. Pas ;) Ya da her yere paspas mı koysam? 

Fatmagül hızını biraz kesmişken HSYK'nın tecavüz ile ilgili belirttikleri daha çok sıcak. Uzun if cümleleri sıralamışlar. Ben şöyle olursa böyle, böyle olursa şöyle kısmından çok iş yükü azalma bölümüne takıldım. Bir genç kızın ya da kadının maruz kaldığı bu muamelenin bir ucu gereksiz dava, iş yükü ile değerlendiriliyorsa, dönüp bir insanlığımızı sorgulamamız lazım. 

Bugün bağırmak istiyorum avazım çıktığı kadar, kocaman bir keşke sırtımda, temizlik yapmak hafiflemek tek arzum. Çok sevgili bir dostum bu şarkıyı bana dinletir hep ben sıkılınca, sonra benimle de ağlar, bugün yalnız ağlıyorum ama biliyorum benimle dinleyecektir. 



15 Eylül 2011 Perşembe

Domatesin de en güzel zamanı şimdi, tıp mı okusaydım?


Hep bu blog gezmeleri yüzünden oldu. Uslu uslu kahvaltı edecekken, peti börler, çaylar, yumurtalar, kuru pastalar, lezzet konusunda tavan yapmış bir domates, yanında idare eder bir peynir. Bir yemekte tanıştığım sigara firmalarından birinde çalışan Japon ya da Koreli olduğunu tahmin ettiğim kız, inanılmaz sevimliliğiyle yediği ya da içtiği her şeyin fotoğrafını çekiyordu. Bunun için de "eatingdiary" ya da "mealdiary" tabirini kullanıyordu. O zaman duyduğumda da gözlerim açılmıştı. Benim kadar gezmeyi ve yemek yemeyi seven biri, biraz da fotoğrafa ve paylaşmaya meraklı olunca, keyifli ama bir o kadar da aç bir şey ortaya çıkabilirdi. Beypazarı fotoğraflarını ultra kötü bir makine ile çekerken de aklımda biraz bu vardı.

Gezmek, görmek, yemek yemek ve "mealdiary" ..

Kırmızıyı görünce bu senenin kırmızı dudaklarının modası ne zaman geçecek dersiniz?  

Neyse konumuza geri dönelim. İki hafta sonra rotamız Eskişehir. Kısa süreli ziyaretler yapmıştım ama tarihi evlerini görmeye, gondola binmeye fırsatım olmamıştı. İki gün; ama harikalar yaratıp, her şeyi yiyebileceğimize ve göreceğimize söz veriyorum. Eskişehir'de ne yenir sorusuna bulabildiğim cevaplar; çiğ börek, haşhaşlı ekmek, mantı. Heyecanlıyım, ama ben sanırım en çok yol kısmını sevenlerdenim, merak içerisinde gitmek, tatlı yorgunlukla eve dönmek..

İtiraf etmeliyim, katsayı kelimesinin bile kalkacak olması ben de "şu TM puanımı sayısaldan saysanız, ben tıp okusam en baştan" deme isteği uyandırdı. Madem her türlü okulu tek bir katsayıyla değerlendireceğiz, hadi kaldırmışken şu alan meselesini de yok sayalım. Fizikten anlamıyorsam, bu iyi bir doktor olamayacağım demek mi siz söyleyin! 

Neyse artık her şey için çok geç.. Ben zaten başımda kavak yelleri, new york new york diye şarkı söylüyorum, orada doktorluk da yapamazdım.

Futbol: Ben Erman Hoca'nın kendini tutamamalarına rağmen dünkü maçtan keyif aldım. Gördüğüm futbol, çalımlar, paslar, geçen haftanın maçlarıyla karşılaştırdığımız da o kadar akıcı ve heyecanlıydıki. Darısı bu akşam Beşiktaş'ın maçına. Bir arkadaşım bir tweet atmıştı: 

"Bize bugün her yer Trabzon, Metris bile".. Yorumu size bırakıyorum.  

14 Eylül 2011 Çarşamba

Gaga yine radara yakalandı! Ben de sonunda tablo seçtim!

Lady Gaga 11 Eylül'de hayatını kaybedenleri anmak isterse ne olur?

Hepimiz Eylül'müş, 11'miş unutur, tanrım bu kadın yine ne giymiş diye konuşuruz. Etten, saçtan derken bu sefer en azından dantel; ama yer ve zaman biraz olmamış sanki. Bu kadar da olur mu demeyeceğim, Gaga ne yapsa şaşırmam ama insanların şaşırmasını ve yadırgamasını anlayabiliyorum. Dünya'yı etkileyen ünlüler listesinde Erdoğan ile o kadar kapışırken (nedenini anlamasam da), yine de orada bulunması belli bir mesaj veriyor, daha doğru bir kostümle tamamlansa daha hoş olabilirdi. Dikkat edin kıyafet bile demiyorum. 

Gaga kıyafet giymez!


Annem şimdi resme bakıyor ve niye şaşırdınız diye soruyor. Tanrım annemin Gaga'yı kabullenmesi bizden çabuk oldu. Yaşlanıyorum..

Füze kalkanı da Malatya'ya kurulacakmış. Hayırlı olsun memlekete. Önce neden kalkan kuruluyor diyorduk, şimdi bunu kabullendik, niye Malatya diye sorguluyoruz. Evet, biz halk olarak her türlü meseleyi oğlum evlilik ne zaman , çocuk, torun kıvamına indirgeyebiliriz:)

Türkiye'nin haklı gururlarından biri işşizlik ve gençlerin iş bulamama sorunu güzide bir listede birinci sıraya oturarak taçlandırılmış. Bu stresi yaşamaya bir senesi kalmış biri olarak korkuyorum, arkadaşlarımı gördükçe daha da korkuyorum. Diplomanın, master'ın, yüksek lisansın yetmediği dönemde işverenler bizimle olsun yoldaşlar! 

İki günümü bir alışveriş sitesinde tablo seçmeye adadım, artık tüm tabloları ezberledikten sonra, kardeşimin masaya yumruğunu vurmasıyla karar verdik. Artık aldım ama fikirlere açığım :) Buyurun siz de bakın..





















"Yes, no, maybe" "I never say maybe, rigth or left, not middle, not grey!"

13 Eylül 2011 Salı

Masallara inanır mısın?


Masallar, hikayeler, efsaneler ve mutlu sonlar..

Sıra sona geldiğinde; küsler barışır, sevenler kavuşur, hastalar iyileşir, güneş doğar yine yine yeniden.. Birde tabii unutmadan, fakirler zenginleşir. Ve biz o kaçınılmaz ayrımın, ne olduğunun değil ne olması gerektiğinin altını bir kez daha çizeriz..

En son ne zaman bir balon aldın? Ne zaman uçurdun gökyüzüne? Ben hatırlamıyorum..

Rengarenk bir an da hatırlamıyorum. Ya siyahlar ya beyazlar var uzun zamandır. Ya beyaz gözümü alıyor, hiçbir şey göremiyorum, sadece hissediyorum; ya her yer kararıyor, bitsin diye içimden saymaya başlıyorum. 

Küçükken babannem hep aynı masalı anlatırdı. İki kardeş, anneleri babaları olmadan evlerini bekleyip, yemek hazırlıyorlardı. Ama denize girmek için uzaklaştıklarında ikisi de boğulma tehlikesi atlatıp, evlerine döndüklerinde hırsızların yemeklerini çalmış olduğunu farkediyorlardı. Kısacası, bazı insanların başına her türlü kötü olay gelebilir, ama önemli olan her şey sona erdiğinde, mutlu ve yanyana olmak..  

Biz insanlar bazen hayatı masallara, hikayelere; bazen de masalları hayata benzetmeye çalışırız. Daha doğrusu mutlu son hangisindeyse ona inanmak isteriz. Umutsuzca hep bir mutlu son olduğunu düşünerek..

Çıkmazlar kafi, yalnızlık baki..

Bir balon almak ve bir dilek tutmak istiyorum. Rengi canlı olsun. Üstünde de tüm sevdiklerim, sağlık, başarı ve huzur olsun. Mutlu olmak mı, ben mutluluğun resmini çizmekten dahi bahsetmiyorum..

Masallara inanmayacak kadar gerçekçi bir hayatı yaşıyorum. Hep sınandığım, hep dayandığım. Bana inandığın bir masalı anlatır mısın, sonu mutlu olsun rica ediyorum. Ama ben de inanayım, zor inanırım ben. Zor yaşarım..




12 Eylül 2011 Pazartesi

12 Eylül'ü anlamak..


Süleyman hep başbakan, hep başbakan..

Sabah haberleri taradıktan sonra bugün için neler yazıldığına baktım. Hep aklımdan bu şarkı geçiyordu. Güleriz ağlanacak halimize tadında, Fikret Kızılok'tan bizlere bir armağan.

Kimse 31.yılını unutmadı. Bahsettiğim gazeteciler, siyasetçiler ya da acıyı evlerinde yaşayanlar değil, kaba tabiriyle halk unutmadı, tabii sosyal medyada. Twitter'da bugünün trendlerinde Kenan Evren ve Eylül 1980 yerini almıştı, ne mutlu diyeceğim; ama Yekta Kopan'ın dediği gibi bugünü yok saysak, atlasak, yaşananları silsek olmaz mı?

Ben 80'lerin sonunda doğdum. Komunisti de emekçiyi de; yasakçıyı da  dayakçıyı da; yalanı da, siyaseti de; vicdanı da vicdansızlığı da; Mao'yu da Hitler'i de okuyarak öğrendim. Okuduğum bölüm olmasa belki çok daha azını farkında olurdum. Bir şeyleri anlamaya başladığımda, ilk Nazım'ı gördüm, sonra Erdal'ı düşündüm, Deniz'e ağladım, Adnan bunu hak etti mi diye sorguladım, Hrant oldum. Boşa koydum dolmadı, doluya koydum almadı. Onların bu savaşa bedenleri dayanmadı, amiyane tabirle dayandırılmadı, benim onları anlamaya zamanım geç kaldı. Arada Uğur'umu, Taner'i hatırlamak lazım. Bugün hepsi bana baba, abi. Sadece isimleri var. Soyadları, meslekleri, sıfatları, hepsi silindi gitti. Bir tek gayeleri kaldı dilimde, kalemimde. Doğru bildikleri yolda hep doğru olduğuna inandıkları şeyleri yapmak, sonunda doğru olmak..

Türk siyasi tarihinde iki kara leke, iki darbe, iki karanlık gece..

Kenan Paşa! Şeffaf zarfların ve mavi pusulan hazır mı? Ben kararı sen oyunu kullanmadan söyleyeyim, zaten senin dediğin olacaktır, aksini söylersem yerim parmaklılar ne yaparsın.. Her 12 Eylül'de sen bir kez daha ölüyorsun. Benzemek istediğin Mustafa Kemal bile seni bir kez öldürüyor. Erdal'ın kararını onayladığın her dakika, onun için edilen her duada sen yine ölüyorsun. Hani demiştin ya, içim sızlamadı diye, benim sana duam yok. Bu ülkede ciğeri olan kimsenin yok. 

Eylül geçer, aylar geçer, seneler geçer, acılar unutulmaz. Neden sorusunun cevapları bulunmadıkça, yürekler hafiflemez. O ağırlıkla yaşanılmaz hale gelir. Kaç fidan devrilir, elinde suyuyla bizler kalırız. Bakarız çaresizce, yenisi çıkar mı yerinden, oturur muyuz gölgesinde, yoksa hep karanlık mıdır sonrası. 

Söylenecek söz az, çok ama az aslında, en iyisi Ustam söylesin. Biz susalım. Özleyelim, hatırlayalım, unutturmayalım. 

Bugün 12 Eylül 2011. Bundan 31 yıl önce bir gece her yer karardı; sonrasında binlerce insan bilinmeyen sebeblerle öldü; düşünmek, konuşmak yasaklandı; siyasetin iki kanadından biri olan sol yok edildi..




Düşmanımın düşmanı dostum mudur?

Sanırım öyle..

Filistin'in ve Hamas'ın kucak açmış Erdoğan'ın gidişini beklemesi..

Tel Aviv maçında rakip takımın Beşiktaş lehine tezahüratları..

Bu kadar çok konuşulmasını anlamadığım Kanald'nin dizisinde "Firar" dizisinin (Startv) reklamı yapılması..

Fırkateynler Akdeniz'e dizilmeye başlamış. Karadeniz'de de bir gerginlik çıkarsa Akdeniz ve Ege derken üç kıyıdan savaşa hazırız. Şu dönemden sonra ufak tepek itişmeler sık sık gündemde yer alacaktır. Mavi Marmara'nın ilk gerçekleştiği zamanki tepkimizi sürdürseydik neler olabilirdi? Rapor sonrası şu anki tepkiyi bir ölçüde haklı bulsam da, giriş çıkış yasakları, ambargo, belki de devletin siyasi olarak tanınmaması daha bürokrasiye dayanan ve bizi sıcak savaşa sürüklemeyen çözümlerdi. Ambargo şu an için hali hazırda uygulanıyor. İsrail'de kimsenin henüz dokunamadığı, sadece patlarsa ne olacağını merak ettiği bir bomba var. Tüm dünya sizin karşısınızdaysa, bir anda istenmeyen, şımarık çocuk olursanız, bir de bundan en sevmediğiniz kardeş prim yaparsa siz ne yaparsanız? Herkese ve her şeye saldırı. Bundandır ki, Mısır'da olanlardan sonra "İsraillileri kurtarın yoksa bedeli ağır olur" demeci Barack Obama tarafından verildi. 

Sevilmeyen kardeşten bahsetmişken, Filistin ve Hamas bu durumdan en mutlu olanlar şüphesiz. Gazze'den başbakanın çağrısına göre, Filistin halkı sevgisini göstermek için Erdoğan'ı bekliyor. Bana ilginç gelen Erdoğan'ın buna karşı verdiği demeçti. "Gazze'nin özlemi içerisindeyim".. Hiç şüphesiz İslam aleminin lideri misyonu bu demecin alt yazısı. Erdoğan bu duruşun arkasında bu kadar durmasaydı ne olurdu? Bence Amerika'nın karşısında, Ortadoğu mevzu bahis olduğunda hem tampon görevde hem de kontrolcü olarak soğuk savaştan sonra en ciddi anlamda politik önemimizi vurgulama fırsatı bulamazdık. Takdir ettiğimden ya da bu imajı Türkiye için yüzde yüz doğru bulduğumdan değil ama bazen iyi bir baba olmak için anne gibi davranmanız gerekebilir.

Maç oynanacak mı, iptal mi olur, nerede oynanır derken, ortam ısınmaya başladı. Daha İstanbul'a gelmeden Tel Aviv'in rakip takımı tezahüratlara başladı. Sonumuz ne olacak merakla bekliyoruz. Politik gerginlik önce sokaklara sonra da futbola yansırsa olacakları söyleyeyim. İsrail'in tepkisini durduramazlar. 

İsrail'den Irak'a.. Denizden karaya.. PKK geri çekilmediği takdirde 7 kilometre içeri gireceğimiz konuşuluyor. Daha önce de yazmıştım, sıcak bir yaz geçirdik, bunun güzü de kışı da yakacak bizi.

Dün de yazmayı düşünmüştüm ama fırsat olmadı. Dizilerde artık ürün yerleştirme uygulamasına başlandı. Benim de tek farkedebildiğim, sanırım çoğu insanın ilgisini de oldukça çekmiş, Fatmagül'ün Suçu Ne dizisindeki Firar dizisi reklamı. Kabul edelim biraz abartmışlardı, her yerden Firar billboardlarını görüp, seçebiliyordunuz. Kanald ve Star, Show ve Atv'ye karşı dost olmuşlar galiba. Birbirlerine gün ve saat olarak rakip dizilerde değiller. Bakalım bu trend nasıl devam edecek?

Keşke hala pazar olsaydı dediğim şu pazartesi gününde, cuma hep benimle olsun. Ee tabi sizinle de..

Bugün sizin için dünkü yolculuğumda dinlediğim ve huzur verici bulduğum bir şarkıyı seçtim. Merak edenler Metallica versiyonunu da dinleyebilirler.




"I'm your friend, oh no, I'm your friend's enemy, this makes us enemies, I don't understand, there must be one condition, one way, one true. I wanna be your friend.
Hi, are you there still there? Do you know what politics mean? Conditions.."



11 Eylül 2011 Pazar

11 Eylül 2011, Pazar


11 Eylül 2011, Pazar, İstanbul..

Bana sorarsanız dünyanın en güzel şehiri. Bugün şöyle bir baktım da, siz de görün istedim, yeşilini mavisini, tarihini, hepsini birbirine bağlayan köprüsünü. Denizi olan çok şehir gördüm, daha da İstanbul gibisini bulamadım. Hep bir şeyler eksik kalıyor. Neler mi eksik? O şehirlerin hepsinde denizi olmadan, pazar günü çıkıp bir yürüyüş yapmadan yaşayabilirsiniz, mutlu da olursunuz, peki ya İstanbul'da. İstanbul'da pazar da olmasa, deniz de olmasa yaşanmaz, nefes dahi alınamaz. Yaşamak bir savaş gibi, gardların alındığı anlar ise kısa pazarlar ve şu güzel havalar.

Neden bunları mı  anlatıyorum? Pazar gazisiyim. Hisar'da bir yere oturup, garsonla kavga edip, sonra tıka basa yiyip, yürüyemeyen, ama en sonunda oh be "hayat, İstanbul ne güzelsin" diyen binlerce insandan biriyim. Sizi de bekleriz. İnanın bu kareden çok daha güzel. Fotoğrafın çekildiği yer merak edenler için: Sade Kahve Teras, servis kötü, yemekler şahane, manzarayı siz söyleyin :) 

İstanbul'dan New York'a.. Tam 10 yıl oldu. Dört uçağın ikisinin Dünya Ticaret Merkezi'ne, birinin Pentagon'a çarpması, diğerinin rotası saptırılarak Pensilvanya'ya düşürülmesinin üzerinden 10 yıl geçti. Binlerce insan, o kadar acı. Ahmedinejad'ın savaş bahanesi demecinin çok ötesinde bir öneme sahip. Bir bahane olamayacak kadar canlı ve kanlı. Dün gece Taliban'ın üstlendiği saldırı ile 100 küsür kişi daha yaralandı. Kimse unutmadı, birileri de unutulmasını istemiyor anlaşılan. Şehirler ve devletler stratejik açıdan ne kadar değerliyse, acıları da bir o kadar yüklü oluyor. Doğru kelimeler nasıl sıralanır bilemiyorum, ama ses getiren, tepki amaçlı, sivil odaklı terör saldırıları yürek yakıyor, sadece kaybeden ailelerin yüreğini değil; sıra şimdi kime gelecek diye düşünen her şehrin, her devletin..

New York'tan Litvanya'ya.. Geçen seneki nağmalup gidişatın üzerine hayalkırıklığı olan bir turnuvanın sonuna geldik. Sonunda elendik. Son dakikalar, kaçan şanslar, az sayılı farklar derken, kısmet değilmişin ötesinde temel yanlışlar vardı kuşkusuz. Ben yanılmıyorsam turnuvanın en kötü üçlük ve serbest atış yüzdesine sahip takımıydık. Futbolda duran toplardan yediğimiz dizi goller ve tutturamadığımız penaltılar derken, basketbolda da şanımızı sürdürdük. Voleybolda da servis atamazsak şaşırmayacağım.. 

Soner Yalçın'ın Doğan Yurdakul'un eşi için kaleme aldığı yazı iç burkucu. Karar veren, etkileyen herkes, durup bu kadınların yerlerine kendilerini koymalılar, hele bu kadar tanımlanmamış suçtan bahsediyorken. Adil yargı, beklenen, bizim için özlenen..

İstanbul'dan bahsetmişken, okurken dinlemenizi istediğim bir şarkı var. İyi haftalar...

            

"If I had a chance to live in another city, it would be again İstanbul, may be New York could have a little chance ;) "

8 Eylül 2011 Perşembe

Ankara ve Beypazarı'ndan damak zevkinize..

Bir kısmı kahvaltıdan bir kısmı mutlaka uğramanız gereken Beypazarı Dostlar Sofrası'ndan..

Afiyet olsun:)






Tutukluluk Sezen şarkılarında mı kalmalıydı?

Eğer elimden gelseydi daha sakin, yavaş sinirlenen, alıngan değil hoşgörülü, toleranslı biri olmayı çok isterdim. Kendimi frenleyip kırıp dökmemek şu an keşke dediğim bir sürü insan ve anı bana getirebilir miydi? Merak içindeyim. Ama farkındayım, bu benim, hep de bendim, fitili hep hazır tutan, kendinden başkasına güvenmeyen ve sorgulayıcı, bir o kadar da yetinmeyi bilmeyen. Ben if'imin iki çıkışını da gördüm, iki yolda da mutlu olmayı beceremedim, şimdi ortada bir yerde, istediğim an rotayı bir öbürüne çevirebilecekmiş gibi tetikte bekliyorum. Aman siz seçeneklerinizi denemeden, emin olmadan sonuna kadar gitmeyin! Çoğu zaman dönüşü olmuyor maalesef. 

Nereden geldim bu sinirlilik, fitil haline? Şeker eksikliği buna sebep olabiliyormuş haberiniz olsun. Zor zamanlar ve depresif ya da manik-depresif zamanlarda tiroid, şeker ve hormon fonksiyonlarına baktırmak da yarar var benden söylemesi..

En son konserine gittiğimde bu şarkıyı bizimle paylaşma lütfunda bulunmamış olsa da, Minik Serçe ve Tutuklu bir çoğumuz için efkar zamanlarının vazgeçilmezidir. Kalp tutukluluklarındansa geri dönüşüm kutusuna atıp sonuna kadar yok etmek istediğim, gereksiz hukuki tutukluluklar 500 bölümlük mini dizi serisini konuşmak istiyorum. Şike, terör derken üstüne bir perde çekmiş olsak da, Balyoz, Ergenekon, Deniz Feneri, Şike derken herkes sıkı bir temizlik yaptı. Peki usul adab bu mudur? En başta sölemeliyim ki, ben bir asker içeride olduğu için rahatsız olanlardan biri değilim. Asker, futbolcu, teknik adam, din adamı, gazeteci.. Ben önce insan olarak bakarım, sonra ortada bir suç var mı  diye süreci bekleme taraftarıyım, sonuçlandıktan sonra kararın karşısında boynumuz kıldan ince, tabii eğer bir hukuk devleti olduğumuza inanıyorsak..

Hangi siyasi görüşe daha yakın olursak olalım, suç ve ceza temel prensip olmalıdır, ama adil yargılanmalar sonucunda. Bugün Can Dündar'ın da dediği gibi, benzer davalar, farklı dava süreçleri, peki neden? Mayınlar..Deniz Feneri soruşturmasındaki ekip değiştirildi, yeni ekibe iyi çalışmalar. Sakın siz de mayına basmayın, çıkışı gösterirler!

Hem bireysel tecrübelerim sebebiyle hem de haber bolluğu yüzünden askerlikle iç içe kalmak zorunda kaldım. Müjdeler olsun, hükümetimizden çok zaman önce beklediğim bedelli askerlik geliyor, alt sınır tartışılacak gibi dursa da gözünüz aydın..

Aristoteles okurken, Charles Aznavour bana çok arkadaşlık etmişti. Bugün onunla ilgili okuduklarım beni üzdü. Soykırım konusunda fikrim hep aynıydı. Ben insanı önemserim, sayıları değil, 3'de 3000'de aynıdır. Neden yaptın sorusuna Hitler'in cevabı rasyonel olsaydı, inanılmaz bir trend olurdu soykırım. Ama değil. Şükürler olsun. Bu kelimeden hoşlanmadığı ve Türkleri sevdiği için inkarcılıkla şuçlanıyor, haksız ve öğretilmiş bir suçlama olduğuna inanıyorum, artık bazı fikirler de esnemek lazım.

Keşke diyerek kafamızı duvarlara vurduğumuz, sinir krizleri geçirdiğimiz Polonya maçı hakemi ihraç edildi turnuvadan. Keşke bizim maçımızdan önce olsaydı ya da biz sonucu değiştirebilseydik. Gruptan çıktık, ama geçen yıl ile karşılaştırıldığında malubiyet sayımız omuzumuzda ağır bir yük.

Demirtaş BDP başına tekrar seçildi ama açıklamaları bu haberin önüne geçti. Bu memlekette herkes masum bir tek gazeteciler, haberciler suçlu hatta ahlaksız değil mi? Buyurun gerisini siz düşünün.

Charles Aznavour eşliğinde okumak belki daha keyifli gelir size:)



"If Iwas a journalist, I go myself in prison, World is like a prison"




7 Eylül 2011 Çarşamba

Yaz biterken Futbol/Siyaset.. Taşınmak, taşımak..Part 2 ve Son

Sıcaklar bizi pek terkedecek gibi gözükmüyor, geceler soğudu ama gündüz yanıyoruz. Türkiye ise bütün yaz cayır cayır yandı farklı farklı illerde, yani Türkiye'nin acılı yürekleri. Evet, ben futbol sahasında şehit olan çifte çok üzüldüm, uzun zamandır her şeye çok üzülüyorum ama bir yandan çocukluğuma dönmüş gibi hissediyorum. En son sanki biz küçükken bu kadar terörle, şehit haberleriyle iç içe yaşamıştık. Son dakikaların yayına girmediği, feryatların duyulmadığı iki günü üst üste geçiremez olduk. Peki ne olacak? 

Daha da doğrusu ne oldu? Ortadoğu'da olanlar, çöküşler, isyanlar, ve Mavi Marmara, en son İsrail. Artık herkes çok gergin. Tahammüller alt sınırda, kimse daha fazla canı yansın istemiyor, kılıçlar kalkanlar kuşanılmış hazır bekliyor. Rapor hazırlandı, herkesin kendi içinde planları var, ve konu uluslar arası ilişkiler olduğunda elbet bunları birinin bozması gerekiyor. Amerika'nın if ile başlayan bir sürü planıyla, Filistin meselesi, bunun yanında Avrupa'nın olanlara duruşu ile son bomba Türkiye'nin İsrail'e karşı olan duruşunun tepetaklak olması. Erdoğan'ın şımarık oğlan benzetmesi ve Akdeniz'de daha çok şehit verileceğinin sinyalleri sanki bize kışta da yaz yaşatacak, ama bu bizim alıştığımız yazlara benzemeyecek korkarım. 

Ruhat Mengi haftasonu köşesinde olan biteni en kısa haliyle dile getirmişti. Uluslar arası sularda başka bir devlet başka bir devlete müdahale edemez. Ne oldu? 9 kurban verdik. Sonuç rapor. Gazetelere ve dünyaya yansıyan sonuç ise haklı ve haksız tepkilerin ve şimdi ne olacağın korkusu. Fitil ateşleneni çok oldu, her geçen gün dibe daha yaklaşırken, bürokrasinin baskın, silahların daha çekinik olduğu bir düzen için gün sayıyoruz. 

Ama kaç gün, kaç zaman, kaç insan? 

Bugün bir arkadaşım "yeni ev yeni hayat" dedi. Her taşınmada aslında kendimizden de bir adım taşınıyoruz. Zaten taşınmaya sebep olmasa, bir şeyleri geride bırakmak istemesek yeni başlangıçlara ihtiyaç duymazdık. Telaşım sona erdi, her şey, biliyorum teker teker yerine oturacak. 

Bu isimde bir bloğa sahip olmama rağmen hayatta ne kadar az keşke dediğimle övünen biriydim.Şimdi onları taşıyamaz oldum. Alarma geçmemin sebebi belki de buydu. Olduğundan daha saçma sapan ve trajik konuma geçmek istemiyorsan, lütfen seni son if çıkışından aydınlığa alalım. 

Ciddi bir futbolseverim. İyi de bir beşiktaşlı olduğumu düşünüyorum. Evimde her şeyin siyah ve beyaza dönmesi beni korkutmuyor değil ama. Şike olaylarından sonra herkesin içi buruk, ister Fenerli olsun ister Galatasaraylı ister Beşiktaşlı, en azından ben taraftar kimliğimin önüne futbolsever kimliğimi koyduğumda olanlardan büyük üzüntü duyuyorum. Evimde henüz internetim yok ama Ligtv'mi bağlattım. Herkes için şikesiz, kavgasız, adil bir sene diliyorum.

Keşke bunları yaşamasaydık ve elimiz yüreğimizde UEFA cezası beklemeseydik. Bu sadece Fenerbahçe değil, Türk futboluna kesilmiş bir ceza olacaktır. 

Bu kadar pozitifken insan biraz da basketbolda yüzümüz gülsün istiyor. Ah be Kerem, keşke o üçlük kaçmasaydı! Son saniyelerde yine maçı kaybettik. 

If dünyasından silahların olmadığı bir evrene geçmenin hayaliyle yaşayan küçük bir kız, futboldan, siyasete dostça ve insanca yollar gözlüyor. 

"If I was an animal, I protect myself from human species."


6 Eylül 2011 Salı

Yaz Biterken.. Taşınmak, taşımak.. Part 1

Taşınmak, taşımak nereden geliyor diye merak edenlere, yaz biterken, bundan sonra değiştirmeyeceğime emin olduğum bir alışkanlık sahibi oldum. En son üç ay ömrü kaldığını söyledikleri Steve Jobs'a sonsuz teşekkür. "Ipod Touch". İçinde kelime avı denen bir oyun var ve ben  uykumda bile 16 harften kelimeler buluyorum. İnanılmaz bir beyin jimnastiği ama dikkat bir yerden sonra bağımlılık yaratıyor.

Steve Jobs'a saygılar..

Taşınma kısmını açıklamışken, evet yeni evime taşındım, içi dolu bir sürü if ile. Tanrım ne kadar zormuş bir kez daha hatırladım. Eee benim kadar çer çöpün olursa, bir yerden sonra neyi nereye koyacağını bilemezsin. Biraz şapşal olunca tabii ortaya bir sürü traji komik olay çıkıyor.  Buyurun sıralayalım:

Yatak odasını en yanlış şekilde yerleştirip sonra en başa dönüp, hepsini oynatmak..
Aaa salona sığmıyoruz paniğiyle adamları gönderdikten sonra annemle kocaman bir köşe kanapenin ve dolu kitaplığın yerini değiştirmek..
Boşu boşuna eve elektrikçi getirip adamla aynı anda evde yapabileceği bir şey olmadığını farketmek..
Merak edenlere salonumdan bir kare..



Resim kalitesi için mazur göreceksiniz, kendisi şarjı bitmek üzere olan bir cep telefonu ile çekildi!

Yaz biterken, yastayım tahmininiz üzere. Basketbol turnuvası, ligin başlaması olmasa kendimi bir odaya kapatıp hiç çıkmayabilirdim. Yazı yalnız geçirmişim, dilediğim kadar tatil yapamamışım, eee başımda kavak yelleri falan da esmiyor, sıradandan daha da sıradan biriyim, ama hala bir çoğunuza göre daha mutlu, kendimle barışık olduğuma iddiaya girebilirim. Nasıl mı? Ben neleri kaçırdığımı farkındayım, neler mi, siz de bu liste üzerinden gidebilirsiniz. 

Ege'de denize girmek, off 
Bon Jovi konserine gitmek.. kardeşim sürekli onu dinleyerek her fırsatta bana kızgınlığını dile getiriyor!
Ehliyet almayıp, kendini yollara vuramamak, ah nasıl ihtiyacım var halbuki!
Yaz okuluna kalmamak..
Aylaklığı bırakıp staj yapmak!
Arkadaşlarımla çok çok çok vakit geçirmek gezmek tozmak, evet yetmedi! Bu listeye aklıma geldikçe devam edeceğim. 

Bu kadar dert yandım taşınmakla ilgili  ama arada Zara'ya uğramadım sanmayın. Deriler her yerdeler, şimdiki amacım oradaki siyah küçük straplez deri elbiseyi giyebileceğim bir yer ve bir beyefendi bulmak, kendisi her türlü iltifatı hakediyor malum. Eee tabii bende, evet kendimi biraz beğenmişim..

İlham kaynaklarımdan biri olan Dilek henüz güze ve kışa göz kırpmasa da, derileri atlayacağını düşünmüyorum, merak edenlere, buyrun Dilek.. (http://hickiyafetimyok.blogspot.com/)

Bu arada hiçbir şeyi kaçırmadım tabii, ama yeterince okuma fırsatı bulamadığım için ilerleyen günlere kaldı. En başta İsrail var. Bazı şeyleri hayretle izliyorum ve okuyorum.

Yaz bitmeden keşke demek istemiyorsanız, mutlaka dinlemeniz gereken bir şarkı var. Benim seratoninim inanın. Farketmeden ritim tutacaksınız. 



"If I was a boy, I don't try to love a girl, just love"..

Ps: Who said three is a crowd!

4 Eylül 2011 Pazar

Neden geldim?

Bu ara boşluktan olsa gerek günde üç dört film seyredebiliyorum. Bundan korkunç da mutluyum. Sakin kafayla, uzun bir sürede film seyrettiğinde insan her şeye daha bir dikkat ediyor. Her söz, her bakış, her durum seninle bir benzerlik bulmaya başlıyor, ve onları içselleştirmeye başlıyorsun. If that, if this böyle bir anda ortaya çıktı. Evet, ben şu anda hangi film olduğunu hatırlamasam da, orada bir diyalogda geçiyordu. Aslında gündelik anlamda biz Türklerin sınırlı sayıdaki, hadi ayrım yapmayayım tüm insanlığın, kelime arasında en çok kullandığı tabir.

"Keşke", "ah böyle olsaydı", "şöyle yapsaydım"...

Böyle sessizce büyütmeye başladım bu yeni hevesimi. Galiba hayat bir fonksiyon, sonsuza gideninden. Evet evet, en son bir tanıdığım bütün bir hayatı fonksiyon olarak yazabileceğimi söylemişti. İşte benim if'ler burada ortaya çıkıyor. Her seçtiğimiz if ile başka bir yere savruluyorsak artık bu gidişi bir kontrol etme zamanı geldi. Hey sadece sana demiyorum, siyasetten, sağlığa, ekonomiye, aşktan, ihanete..hissettiğimiz her duygu sonunda if ile başlayan bir cümlenin hiç doğmamış, görülmemiş tarafıysa ben onu yazmaya geldim.

Hoşgeldiniz..

"If I was a child, I teach to love."

One last point: Keşke Kerem son 12 saniyeyi daha iyi değerlendirseydi mutlu olurduk. Bu da günün anlam ve önemine gelsin.