30 Ocak 2012 Pazartesi

Samsun, Ünye, Fatsa, Ordu..


Karadeniz'de sadece pide yiyerek yaşayabilirsiniz. Yer: Venn Boutique Hotel
Kimisine göre "Kuymak", kimisine göre "Muhlama", ne derseniz deyin mısır unu, tereyağı ve çökelek  ya da telli peynir ile yapılan bir şaheser. Yer: Venn Boutique Hotel
Samsun Merkez, İstiklal Caddesi Vitrinleri 
Samsun Merkez, İstiklal Caddesi Vitrinleri


İtiraf ediyorum, almamıza rağmen  ben mide korkusundan tadına bakmadım ama siz bakın..




Yer: Uzun Saçlının Yeri. Oradan kimler gelip geçmemişki. Çayı, sohbeti, neden bu kadar meşhur olduğunu anlatıyor. Ordu'da sahil yolunda Yalıköy'ün bittiği yerde solda kalıyor, tabelada kendisinin saçlarının siyah olduğu zamandan bir fotoğraf var. Fotoğraf çekilmeye o kadar alışık ki, hemen pozunu alıyor :)
Yer: Vonalı Celal. Bu sefer sahil yolundan oldukça devam etmeniz gerekiyor. İstanbul'da da şubesi olan  tam bir  turşu imparatorluğu (120 Çeşit az değil.) Biz biraz tokuz, atıştıralım diyoruz, ve lahana turşusunun yanında "Yumurtalı Sakarca" ve tabii "Mısır Ekmeği". Sakarca Karadeniz'e özgü bir ot. Soğan, yumurta eklendiğinde her öğünde yenebilen çok lezzetli bir yemek çıkmış ortaya..
Yer: Vonalı Celal. Biz "Fındıklı Yoğurt Tatlısı" dedik ama garson sen bir tane "ballı süzme" getir dedi. Adından da anlaşıldığı gibi süzme yoğurda bal döküp üzerine fındık serperseniz siz de evde yiyebilirsiniz. Küçükken yoğurda toz şeker atılmasına ya da reçel ile yemeye alışık iseniz hoşunuza  gidecek bir lezzet..


Geçen sefer yolumuz düşmemişti ama bu sefer Ünye Kalesi'ne kadar çıktık. Ordu çok güzel bir şehir, hepimiz aa burası İzmir'e benziyor dedik. Teleferik'in çalıştığı bir zamana denk getirin ve Boztepe'ye çıkıp bütün Ordu'yu seyredin. Samsun merkezde Gazi Müzesi'ni ziyaret edin. Yine Ünye'de Çakırtepe'de sütlaç yiyin. Fatsa'da sahile bakan cafelerden birinde çay için, ve dalgaların içine doğru uygun bir ayakkabı ile yürüyün :) 

Yandaki fotoğraf kaleden.. Çok geç saate kalmamanızı ve gündüz bu yerleri görmenizi tavsiye ederim. Yollar, evler birbirine benzemiyor, gece bunları özellikle de denizi ayırt edemiyorsunuz. Dönüşümüz iç yoldan oldu. Türkiye'nin en uzun tünelinden geçiyorsunuz, yaklaşık 3800 m. 



İyi Haftalar..

29 Ocak 2012 Pazar

Küçük Adamlar-İki kare fotoğraf

Ünye Kale'sine giderken bize yol gösteriyor, ama çaktırmadan bana poz da vermiş..

Bu sefer kaleden dönüyoruz, bizden başka kimse yok o emin adımlarla kaleye gidiyor, beni yine farkında..

Aynanın önünde bir Türkiye

Haberlere adamakıllı ancak bugün bakabildim, Paul Auster haberi her yerden istemesende göze sokuluyor. Belki hem aynanın karşısında durmak hem de yalancı bir ayna olmak bize öğretildiği için tepki gösterenlere, ya da Amerikalı'nın biri laf etmiş Türkiye'ye zihniyetine uzak durmak zorundayım. Son bir iki yılda dış basın ve ülkerlerde bıraktığımız izlenim ve bizin içinde yaşadaığımız illüzyon arasındaki fark git gide açılıyor. Biz ne kadar demokratik, özgürlükçü, Avrupa'nın bir parçası olarak kendimizi görmeye ve göstermeye çalışsak da bizim yalancı ayna arada bir doğruyu gösteriyor. Fransa soykırımcı dedi, kendine bak, biz yapmadık, atalarımız yaptı sayılmaz dedik. Auster tutuklu gazetecileri örnek göstererek demokratik olmayan bir ülkeye ziyarete gelmem ded, haklı, birileri  tepki göstermemeli mi, keşke bu bir avuç insanın adını bildiği bir yazar olmasa da, mesela Can Dündar bu resmi anlattığında TT olsa. Ama biz ayna meraklısı bir milletiz, ama hep daha uzun daha ince daha renkli gösterenlere, arada biri bizi olduğu gibi ya da olanı biraz abartarak anlatsa parmaklar kalkıyor, OLAMAZ. Yasama, Yürütme ve Yargı üç büyük kuvvetse, hayırlı olsun, iktidar partisinin yasama hoşluğu, yürütme boşluğu ve yargının özelliği ve tekelliği, üç kuvvetimiz ağlanacak haline gülmekte, biz de Yalan Dünya seyredip, aslında hayal ettiğimiz Türkiye'de sadece zihinlerimizde yaşadığımız gerçeğine kulaklarımızı tıkamaktayız. 

İyi pazarlar..

25 Ocak 2012 Çarşamba

Bir yolculuk Zamanı daha..

Bir seyahate çıkacaksam uçak ya da otobüs, vardığımda ne hissedeceğimi düşünürüm gitmeden önce. Türkiye'nin her bölgesinde en az birkaç ile gittim, hepsinin tadı yakınlığı farklıydı şüphesiz. Yarın nedense en sevdiğim olan Karadeniz bölgesine bu sefer daha uzun bir süre için yola çıkıyorum. Çıkıyorum dediğime bakmayın yanılmıyorsam bir saat on beş dakika kadar bulutların üstünde olacağım. Şu an üşür müyüm, yağmur var mı, akşam ne giyerim soruları üzerine değil de bu sefer ne hissedeceğimi düşünüyorum..

Son bir buçuk yılda birçok yeri gördüm, bugün  düşündüm de hepsinde uçaktan, otobüsten ya da arabadan indiğimde ne düşündüğümü hatırlıyorum. 

Erzurum; uzun bir yolculuk, kalbimin sesinden başka hiçbir şey duymuyorum, o kadar ki karın ertesi günü gitmeme rağmen kurduğum ilk cümle "Burası hiç soğuk değil"..

Hatay; kendime yakın olmak. Artık İstanbullu olmuş, doğduğu şehri bile yadırgayan, hep dinlediği türkülerin toprağını, yediği yemeklerin kokusunu arayan bir kız indiğinde çok derin bir nefes aldı..

İzmir; körükte aklımdan geçen "Burada başıma bir şey gelse, ailem cenazemi bile göremez", okey mutlaka psikolojimin etkisi vardır, halbuki ben sevdiğim adama gidiyordum, ama hatırlıyorum ilk cümlem ona da "burada kendimi çok huzursuz, güvensiz hissediyorum" demek olmuştu.. 

Ege'yi, Rum'u, Girit kültürünü çok severim, müzikleri, yemekleri bayılırım, anneannemin annesi Selanik göçmenidir, eniştem şimdi Rumca şakıyor, ama İstanbul ne kadar Cosmopolit ise İzmir de bir o kadar karışık. Sizlere tavsiyem, eğer Ege'yi yaşamak istiyorsanız Adaları ya da Ayvalık'ı tercih edin, İzmir'de sizi bir Adanalı, Kayserili, ya da Urfalının karşılama olasılığı yüksek olabilir.. 

Samsun; huzur. Yıldızları görebildiğin şehirlerden biri.. İnsanının bakışı bile başka, fotoğraflarını çekerken gözleriyle gülümseyen çocuklar..

Eskişehir; karışık ama bir tarafı hala nostaljik. Bitmeyen ray sesleri, ama onu da bitirdiler..

Ankara; aydınlık. Ben burayı tanıyorum ama..

Çok uzun zamandır şarkı postlamamıştım. K.G'in bilgisayarın başına oturduğu günlerden birinde indirdiği şarkılar, pardon bir şarkı değil, tüm albüm, The XX, Infinity. İyi bir yol şarkısı.. Ben gidiyorum, aklımda fotoğraf kareleri..

22 Ocak 2012 Pazar

90-91-92-93-.....

Dün azda olsa takip etmeye çalışsamda yapamadım, ne o kadar şarkıları dinleyebildim ne konuşulanları. Düşündüm sonrası için ne hatırlıyorum? Ben umutlarımı, sevinçlerimi, neşemi orada bırakmışım. Bugün pazar, ben öyle olduğuna inanmıyorum ama sanırım öyle. 

97'de bir pazar olsaydı, ben uyurken babam ayakkabılarını temizlemiş, gazeteleri ayıklamış, mevsimi uygunsa tencereye kabakları koymuş, peynir tabağını hazırlıyor olurdu. Sofradan kalktığımızda muhtemelen televizyonda harika pazar vardır. Hatta mevsim yazsa o kahvaltı tenis kulübünde yapılırdı. Star'da geceleri Parliament sineması olurdu. Pazartesi geceleri Şehnaz Tango vardı, uyumuş gibi yapıp duvardan dinlerdim ne olduğunu. Delice Ebru Gündeş hayranı olduğum ve babam izin vermediği için seyretmeme Fırtınalar'ın olduğu gece amcamlara çıkar, aşağı inmezdim. Yüzlerce tekrarıyla Çılgın Bediş seyrederdik, bir noktadan sonra zorunluluktu. Asla vazgeçemediğim Cesur ve Güzel ama merak edenlere hala devam ediyor. Doksanlarda Barbie'ler ve onların kıyafetleri bile daha güzeldi. Hugo Abi'de tuşların hep çalışmadığına inanırdım. Batıda yaşarken ilk Walkman'imi Kilis'ten aldım. İlk teybim babamın yılbaşı hediyesi. Hatırladığım ilk kaset Ricky Martin. Tatlıses şovun Olgun Şimşekli zamanları. Kemal Sunal dizileri, Bay Kamber, Ayşen Grudalı Ana. Ve Tetris.

İki katlı otobüse binmenin hayatımın en büyük isteği olduğu tatiller. Kaçıp kaybolmaya alışmaya başladığım zamanlarda, ilk kaçışımın bir tatil köyünde saklanmak olduğu bir yaz. Serdar Ortaç'ın "Ben Adam Olmam"ı çalsın diye saatlerce Kral Tv'in önünde beklemek. Bir Demet Tiyatro ve Feriştah. Aslan Kral. Michael Jordan. Pretty Woman. Turuncu ilk bikinim, ve babamın bacaklarım hakkında yaptığı yorum. Bitmek bilmeyen Danköz olma hayallerim. Kardeşim. Apo'nun yakalanma çabaları. Ecevit ve Rahşan. Sıdıka. Sıcak Saatler. Sarı bisikletim. Spice Girls ayakkabıları. Anneannemin fırında kestane yapması. Trt sanat müziği koroları. Pazar akşamları Bizimkiler, mevsim yazsa onlar Yazlıkçılar olurdu. İner misin çıkar mısın? Halit Kıvanç'la evet hayır mücadelesi. Bay Turnike. Çarkıfelek en izlenebilir yılları. Cıne5'in her şey olduğu, kırmızı noktalı yayınların olduğu saatler. Galatasaray'ın beş sene üst üste serisine başlaması. Reklamı olan tek bisikletin "bianco" olması. Barış Manço ile yediden yetmiş yediye. Susam Sokağı. Cat giymek. Kargo pantolonlar. Fırından ekmek almak, malum artık marketten alıyoruz. Beverly Hills ve Richie Rich. Jetgiller, Tazmanya Canavarı. Jöleyi öperek pratik yapan kızı izlemek. Jane Eyre okumak. Ve unutmamalı ki o zaman herkes bıyıklıydı. Ve o zamanlar Televizyon Çocuğu vardı, zagalamak diye bir tabir..

Artık ne nereden sonra karıştırıyorum, ama tek bildiğim ben doksanlarda çocuktum, sonra bir daha hiç olmadım, öyle bile hissetmedim. 90'lar babamdı benim. Hatırlayabildiğim ve hatırlanmaya değecek tek 10 yıl...

21 Ocak 2012 Cumartesi

Girit Mutfağı-İdilika

Ne zamandır ziyaret etmeyi düşündüğüm ama bir türlü denk getiremediğim bir restorandı Giritli İdilika Meyhanesi. Hemen Set Kebap'ın yanında yer alıyor. Suada'da bir diğer şubesi varmış. Haftanın altı akşamı buzuki eşliğinde canlı müzik dinleyebiliyorsunuz. Fix menü, kişi başı 100 TL. Biz iki kişi gelen yemekleri bitirmekte zorlandık doğruyu söylemek gerekirse. İçinde neler mi var? 

  • 12 çeşit meze
  • Kavun ve Peynir
  • Yaprak ciğer, Girit Böreği ve Kalamar
  • Girit Köftesi ya da Izgara Somon/Levrek Seçeneği
  • Kaymaklı Ekmek Kadayıfı ve Kabak Tatlısı
  • Sınırsız Rakı
Her şey oldukça lezzetliydi, en başta ortam çok keyifli, çok sıcak. Sitesine bir göz atarsanız Mavi Pilav'ı göreceksiniz. Ben özellikle sordum ama mavi pilavı sahibi İdil Hanım'ın annesi iki günde bir yapıp gönderiyormuş ve ellerinde kalmamış. Artık bir dahaki sefere dedik. Renginin maviliğini tamamen içinde kullanılan otlara borçluymuş. 

Haftasonunu tercih etmenizi tavsiye ederim. Eğer Ege mutfağını seviyorsanız, Rum müziklerine kulağınız aşina, rakıya hayır diyemeyenlerdenseniz, yolunuz Etiler'e düştüğünde İdilika'yı es geçmeyin. 

Afiyet olsun..





14 Ocak 2012 Cumartesi

Kar, köpek, Sovyet

Camdan baktığımda bazen kendimi Sovyet Rusyası'nda hissediyorum. Bu senenin ilk karı, beni mutsuz etmiyor ilk kez, nedeni bilmem..Şu an daha da şiddetli..Köpekler üşümüyordur değil mi?

12 Ocak 2012 Perşembe

19 Mayıs Oturma Bayramı

Sıra 19 Mayıs'a mı geldi gibi cümleler kullanmayacağım. Kulağımda haberi okuduğumdan beri annemin hikayeleri var. "Kızım ben bando çalardım, kızım statta törene katılırdık, sen bir onu bile yapmadın. 29 Ekim'de ildeki geçit töreninde bile yürümedin." Söylenecek çok fazla bir şey yok, yıllar geçerken her şey şekil değiştiriyor. Geçen yıl kuzenimin stat kutlamalarında tango yaptığını hatırlıyorum ama.

19 Mayıs Kurtuluş Savaşı'nın başlangıç günüdür. Biz gençlere armağan edilmiştir; çünkü gençlik hep umut, hep gelecek, kurtuluş olarak görülmüştür. Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur denilip, birde ona spor eklenmiştir. Şimdi iki duygunun ifadesi olan büyük törenler yapılmayacakmış. Dans gösterileri ve pırıl pırıl gençler büyük alanları doldurmayacak, TRT bunları yayınlayamayacakmış. Haklılar, çocukların, gençlerin tek aktivitesi başbakan koltuğuna oturmak olsun. Nede olsa özenilecek tek pozisyon o. 

Eski köye yeni adet gelmez, gelirse de neden diye sorarlar. Buna cevabınız yoksa, gençlerin gazabından allah korusun sizi. Ben bu harekete bir anlam veremedim. 

11 Ocak 2012 Çarşamba

Avrupa Birliği'ni dert etmedik, Eurovision'u ettiğimiz kadar...

Yazı yazmayı bırakın klavyeyi kullanmaktan bile baymış olabilirim. Bir şeyler yazmak istedim, çünkü: 
  • kafamı dağıtmam lazım,
  • biraz daha ders çalışırsam insan olma durumumu kaybedeceğim,
  • haberleri bile dikkatle takip edemiyor iken, bu konu üzerinde bari bir şey söylemiş olayım,
  • bugün pijamadan eşofmana geçişimi kutluyorum. 
Geldi mayıs ayları şarkısı eşliğinde bir Eurovision heyecanı daha sardı dört bir yanımızı. Kim gidecek, hangi dilde söyleyecek, kıyafeti nasıl olacak, dans edecek mi sorularının bir kısmı cevap bulsada, güzide kurumumuz TRT'nin seçiminden memnun olanlar olmayanlarla kavga etmeye başladılar bile. 

Geçen yıl tüm zamanımı DreamTv seyrederken geçirdiğim zamanlarda buldum Can Bonomo'yu. Bu çocuk çok eğlenceli, ne kadar güzel sesi var, arkadaki müzik çok iyi derken; laptop mutfak masasına getirilip anneye dinletildi. Sonra bir arkadaşım ya bu bizim şunun liseden arkadaşı dedi. Öğrendik, Can İzmirliymiş. Sonra diğer klipleri de izlenmeye başladı. Bir ara televizyonda gördüm ama dizi uzun ömürlü olmadı. Babylon konserleri, festivaller derken, Can Bonomo hep bir yerdeydi. Tanımadığın bir sürü grubun isimlerinin yazılı olduğu listelerde Can'ın ismini görüp, a Can Bonomo varmış dedim. 

Can Bonomo şimdi Eurovision yolcusu. Her ne kadar Bülent Özveren kimse ihaleyi üstlenmedi, Can'a kaldı desede, çok da güzel oldu bana sorarsanız. Can müzikle oynayabilecek, o gece yaşayacağımız eziyet içinde bizi eğlendirebilecek bir müzisyen öncelikle. Sonrasında ise inanılmaz enerjik bir adam. Ve açıkcası ben onun en klişe haliyle daha geniş kitleler tarafından tanınacak olmasına çok sevindim. Bir çok artısı yanında kocaman eksileri var tabii. İki gün oldu belli olalı, bugün gazetelerde annesi var. Ne gerek var diye sorası geliyor insanın? 

Bizde namus meselesidir Eurovision. Bakın geçen yıldan beri Yüksek Sadakat'in sesi çıktı mı? Bu yüzden pek kimse kendini ateşe atmak istemez. Ama ben bu sene Can'a çok içten bol şans diliyorum. Dinlemeyenler için "Bana bir saz verin"..

5 Ocak 2012 Perşembe

Pedro Almodovar- The Skin I live in

Benim ilk tanışmam Almodovar ile. Belli ki geç kalmışım. Dün bir arkadaşıma filmi anlatırken, hani Antonio Banderas'ın filmi diye anlattım, sen ne diyorsun boşver onu, bu bir Almodovar filmi diyerek azarı yedim. İspanyol yönetmen ve senaryo yazarını belki "Annem Hakkında Herşey" ve "Kırık Kucaklaşmalar"dan hatırlarsınız. Ama daha fazla tanımak isteyenler için lütfen buraya tıklayın.

Çok fazla karakterin ya da karmaşık olayların olduğu bir film beklentisine girmemenizi tavsiye ederim. Sakinliğiyle gerilimi sağlayan bir filmden bahsediyoruz. Hem Antonio Banderas hem de Elena Anaya çok iyi oyunculuklar çıkarmışlar ortaya. Dürüst olmak gerekirse ben Banderas'ın oyunculuğunu sanırım ilk kez izleme fırsatı buldum, Desperado ve Bandidas'ları bir kenara bırakırsak tabii. 

Gözlerden uzak bir ev, bir ev çalışanı, kapılar ardında kilitli bir kadın ve bir estetik cerrah. Benim gibi Nip/Tuck hayranı biri için kaçırılmayacak bir filmdi. Filmin ikinci yarısının daha tempolu olduğunu ve senaryonun eteğindeki taşların o zaman dökülmeye başladığını söyleyebilirim. Fark ediyoruz ki, herkesin aslında sırları varmış. Film bittiğinde biz hepsini öğrenmiş olsak da, karakterler bizim kadar şanslı değiller. 

İlk sahneden sonuna kadar, spoiler okumamış izleyiciler, bizim gibi kafalarında en az 4 senaryo ve son yaratabilirler film süresince. Açıkcası Hıncal Uluç'a burada katılmak zorundayım ki, ben o kadar kolay anlaşılabildiğini de düşünmüyorum. Evet, yönetmen bir başyapıt yaratmış! Özellikle bir filmden çıktıktan sonra bir saat boyunca soracağın bir çanta dolusu "neden" sorusu varsa, bu iyi bir iştir. 

Hipokrat yeminine gelince biz hala saygı duymaya devam edelim ama bu filmde bundan pek bahsedemiyoruz sanırım. Aşk bir adama en fazla elindeki imkanlarla ne yaptırabilir? Tecavüzün en ağır suçu nedir? Bu soruların cevapları sizde, ama ben bu filmi kaçırmayın diyorum. Ben Elena'yı biraz Audrey Tautou'ya benzettim ve duruluğunu çok sevdim, bunu da söylemeden geçemeyeceğim. Çekimlere ve mekanlara bayıldım. Film kendini her karede çok iyi ifade ediyor, dikkatiniz dağılmasına bir an bile izin vermiyordu.

İyi Seyirler.. 

Bur arada, The Iron Lady'nin fragmanını gördüm, en tatlı Margaret Thatcher olmuş Meryl Streep..


Ps: Yeni yıla iki yazıyla başlamak hızlı oldu farkındayım ama hoş geldiniz tekrar..

İndirimin ilk gününden canlı bağlanıyorum..

Sabah onda Ezgi Likya ile yola çıkılır. Durak İstinye Park.. 

Malumunuz bizler bile indirime girdik bugün, dünden daha az değerliyiz yani, önceden alan zarar etti, yarın görecek olan ucuza kapattık muhabbetine meze yapacak! 

Büyük Zara indirimi. Pardon siz 120'den 80'e ya da 90'a inince buna indirim mi diyorsunuz? Ben şahsen demiyorum, ama ben zaten 50 psikolojik sınırının üstüne indirim zamanı pek bir zor geçerim. Çirkeflik değil bu, olay bu kredi kartları çıktığından beri 5'in 10'un hesabını yapmak değil, yarım fiyatınaysa alınabilir o. 

Benzer durum indirim beklenen Dutti için de geçerli. Akmerkez o kadar karışık ki, arada seçtiğim bir penye 80'den 50'ye düşmeyi başarabilmişti ancak, halbuki Mango'dan ben o paraya hırka aldım, hem de kalın yün. 

Demek istediğim indirim güzel şey de, markalar o kelimenin anlamını tam dolduramamış. Oysho sanırım 36 numara giyen bayanların istilasına uğramış, keşke 41 giyseydim deyip elim boş çıktım. Tek istediğim bir terlikti halbuki.Tabii Zara ve Oysho'daki 15'er kişilik sıralar bu seçimimde oldukça etkili oldu. Kalabalığı, bir de sırayı hiç sevmem ben, bilmiyor muydunuz? 

Stradivarius, Pull and Bear nispeten sakin ve kendi fiyatlarında seyrediyorlar. İlgimi çeken itfaiyeci yağmurlukları her yerde, hala düşünüyorum, bunlardan bir tane edinmek zorunluydu, biz marjinallik mi yaptık diye? Yargıcı hala düzenli ama yarınki hali merak konusu. H&M'e korkudan giremedim, kusura bakmayın. 

Farkında olmayanlar için GAP büyük kış indirimi de başladı. 

Benden size tavsiye, hafta içi, sabah 10 derken, curcunanın içinde kendinizi bulmayın, indirimleri duymayan kalmamış. İndirimlerin çoğu da bayağı sözde olmuş. 

İyi alışverişler ;)