27 Şubat 2012 Pazartesi

Red Carpet/ White and Black Swans


İlk üçü mü seçsem diye düşündüm önce, sonra o kadar uykusuz kaldım, hala sersem gibiyim, dün gece söylediklerimi, bir kez daha dillendirebilirim dedim. Görseller Red Carpet Fashion Awards'tan. Sağ olsun hepimizin aklında kalan 12 elbiseyi bir resimde birleştirmiş ancak gecenin üç diğer şıkı Octavia Spencer, Viola Davis ve Bridemaids'in harikalar yaratan kadını Melissa McCarthy'ye yer vermemesini açıkcası kınadım, sanırım kilo sınırı koymuş. Olmadı. 

Penelope Cruz/Armani: Biz bunu daha önce gördük, yok sevmedik. Kuyruk, hep kuyruk, ama nereye kadar.

Emma Stone/Giambattista Valli: Merhaba daha genç Nicole. Dün gece söylediğimi tekrarlayarak ben boyunda olan her şeyden hoşlanmıyorum, zarif bir hediye paketi. 

Cameron Diaz/Gucci: Vow demedik, ama saçları hiç beğenmedim, bunu söylemem lazım. 

Stacy Keible/Marchesa: George bile seni kurtaramaz. Bir Meryl Streep, bir Stacy, onlar bizim iron değil Golden Ladylerimiz. Benim için çok yorucu bir elbise. 

Natalie Portman/Christian Dior: Zerafetine ve güzelliğine söylenecek tek kelime yok ama sen bu elbiseden biraz daha büyük, daha doğrusu yaşça büyük değil misin? 

Jessica Chastain/Alexander McQueen: Elbiseyi daha söylemeden hepimiz tahmin etmiştik. Jessica Chastain'i takip edenler işlemeli ve daha otantik dediğimiz kostümleri giymeyi sevdiğini bilir. Çok güzel bir kadın, bir McQueen içinde ne kadar kötü olabilir ki? 

Michelle Williams/ Louis Vuitton: Elbisenin arkasını gördüğümde isyanım, önünü gördüğümden çok daha fazlaydı. Guardian'ın dediği gibi o bu elbisenin içinde kaybolmuştu. 

Bu yıl benim için halının en iyisiydi, Gwyneth Paltrow ile birlikte tabii. Bu kadın vücudunu ve nasıl vurgulayacağını çok iyi biliyor, ve sonuç her seferinde mükemmel. Zuhair Murad etkisini göz ardı etmemek lazım tabii. 
Tom Ford, beyaz, kocaman bir ceket, önden topuz gibi gözüken, ama aslında at kuyruğu olan saçları ile bayan kırmızı hali Paltrow oldu bu yıl. En beğendiğim dörde baktığımızda siyah ve beyazlara övgüm, renklere burun kıvırmamdan tavrımı anladınız sanırım. Ama bu yıl herkes dersine çok iyi çalışmış, kendinden desenli, ışıltılı kumaşlar, ve son olarak Paltrow'un ceketiyle bizi böyle bir 2012 bekliyor demek yanlış olmaz. 
Versace, siyah  ve Angelina Jolie bir araya geldiğinde bize söylenecek pek bir şey kalmıyor. Ben bu kadına bayılıyorum.
Angelina'yı gecenin siyah kuğusu ilan edersek, geriye kalan herkes beyaz kuğuydu sanki. Shailene, benim halıdaki favorilerimden biriydi. Elbise onu, o elbiseyi giymişti sanki, mükemmel.

Biraz Dilek'in alanına girmiş olabilirim, siz yine de uzman görüş için onu bekleyin.

26 Şubat 2012 Pazar

Karaköy/ Van Gogh Alive/ Pilot Galeri/ Bu kız gezdi bu cumartesi! Fotoğraflarla bildiriyor!

Nasıl o kadar uzaktan onu gözüm seçti bilmiyorum, Karaköy'de yüksek katlı bir apartmanda camdan dışarı bakıyordu, bana da çekmesi kaldı, kim bir karton eşeği bu kadar estetik koyar ki? 
Türkiye'nin en estetik otoparkı. Durup, mimari bir yapıyı izliyormuşcasına bir süre bakabilirsiniz. Ve altında Namlı Gourmet. Haftasonu özellikle içeride yer bulmak istiyorsanız acele etmeniz lazım.
Van Gogh ALIVE/ Henüz görme şansı olamayanlar kaçırmamalısınız. Yer: Antrepo, İstanbul Modern'in tam yanı. Yoğun bir ilgi var, sabah saatlerini tercih etmeye çalışın. Bütün duvarlarda, kolonların çevresinde, ve yatay perdelerin üstünde, aynı anda benzer temalı ya da aynı Van Gogh eserlerini etrafınızda dönerek görebiliyorsunuz. Hep keşke tavanda da olsaydı dedim, çünkü her yanınızda olduğu ve yere oturarak akışı seyrettiğiniz için gayri ihtiyari arkaya doğru uzanıp yukarı bakmak istiyorsunuz. Resimdeki hanımefendi ve beyefendiyi tanımıyorum, ama sizce de doğru yerlerde durmuyorlar mı? Teşekkür ederim.
Şu anda İstanbul'da aynı anda Van Gogh, Dali ve Rembrandt sergileri var, tam anlamıyla İstanbullular sergilere doydular. Dali, hemen Van Gogh'un karşısında Tophane-i Amire'de. Genel eğilim bu ikisini sırayla gezmek ama Rembrandt'ı göreceğim diyorsanız yolunuz Sabancı Müzesi'ne düşmeli.
Ben neden bilmiyorum tren raylarını çok severim, bu eseri her yeri kapladığında nefesim kesildi. Arkada Fahir Atakoğlu..
Bir sonraki rotam, Pilot Galeri. Sıraselviler Caddesi, 83/2. Sergi: Consequences are no coincidence.  Kapıda kuzenimin küçük adamı/small man karşılıyor beni. 
Eserin adı yanılmıyorsam hepimiz bir gemideyiz. İki ayrı ekranda görüntüler akıyor. Aşağıda koşan atlar. Üstte ise su sişesi üretiminden, hormonlu tavuklara, insan bedeninin ilaç deposu haline dönüşmesine kadar bir çok noktanın tasviri akıyor.

Dali sergisine beklenilecek gibi olmayan sırasından dolayı giremedim ama Sabancı Müzesi'ne geldiğinde görme fırsatım olmuştu, eğer görmek isterseniz Biletix'den biletinizi alıp gittiğinizde sanırım o sırada beklemeden içeri girebiliyorsunuz. 

"Grown-ups never understand anything on their own, and it's a nuisance for children to have to keep explaining things over and over again."  The Little Prince

24 Şubat 2012 Cuma

Biz çok iyi okuruz :)


Fotokobici: Buyrun efendim, tamamı bu.
Merve: Ben bununla ne yapacağım? 
Fotokobici ve Fatih'in akıllarından geçen: Biz bunu burada söyleyemeyiz. 
Annem: Kızım sen bu dersi neden aldın?

Bu benim bu dönem için aldığım 7 dersten birinin okuma paketi ve tam 1000 sayfa. Bu 1000 sayfanın içinde bazen farklı kitaplardan çekilmiş iki sayfalık kısımlar aynı sayfada yer alabiliyor, yani toplamda o üç sıfırlı en küçük sayıdan daha da fazla. Merak edenler için, dersin finali tamamını kapsıyor, tam 46 makale. 

Biz çok iyi okuruz nereden geliyor peki? Siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler bölümünde okuyan çoğu arkadaşımız arasında sık kullandığımız bir cümledir aslında. Mezun olduğumuzda ne yapacağımız sorulduğunda, ya da hangi konularda bilgi sahibi olduğumuz, başlarız anlatmaya. Şimdi medya istesek iletişim kökenimiz yok, özel şirketler desek, işletmeci kadar pazar bilgimiz, iktisatçı kadar rakamlarla aramız yok, malum en son birinci sınıfta sayı gördük biz. Nereye koysanız tam oturtamazsınız bizi, office'den de anlayamayız pek, ama bakın biz inanın çok güzel okuruz, ne verirseniz verin biz okuruz, en iyi yaptığımız iş okumaktır. 

Üstteki diyalog gerçekten yaşanmıştır.. Herkese iyi hafta sonları, atın kendinizi sokaklara.. 

20 Şubat 2012 Pazartesi

Zaman sabırlı bir yetişkin..Ben telaşlı çocuk..

Aslında gözlerimden uyku akıyor. Beynimi patlatacak kadar sesli şarkılar bile gözlerimi açık tutamıyor. Saatlerdir içim uyuyor. Genelde kendimi belli seviyeye uyuşturarak, ya da stabil tutarak bir günü bitirebilirim. Ama bugün o kadar çok şey hissettim ki, yorgunum.

Hani çocukluğun bittiği anlar vardır, tüm şımarıklıkların, ben istememlerin, bencilce isteklerin, sorumsuzlukların, daha bugün kapıdan çıkarken gözlerim doluydu. Hatta birine dedim, omuzlarımda biri oturuyor gibi hissediyorum. Sanki yıllardır, başucumda biri masal okuyordu ve ben uyuyordum, ama şimdi masal bitti, ve ben kocaman bir kız olarak uyandım. Sadece ne yapacağımı bilmiyorum, nasıl konuşmalıyım, oturup, kalkmalıyım? Sabahtan beri boğazım düğümleniyor, o yokuşu inerken, taksiden bir sürü arkadaşımı gördüm, akvaryumun içinde bir balık olup, onu izleyenleri onun gördüğü gibi baktım onlara. Biliyorum anlaması zor. Buna büyümek diyorlar, dümeni eline almak, kendin için kendin düşünmek, riskleri üstlenmek, cezayı da ödülü de kendin hak etmek. Kilitlendim. Yıllar sonra perdeyi açmak ve dışarıda sen görmeden dikilmiş binalar, artık yeşil olan bulutlar görmek gibi. Eskiye mi şu ana mı daha yabancıyım bilmiyorum. Bu aralar öyle bir travmam var, geçmişe çok hızlı yabancılaşıyorum, hiç yaşanmamış, hiç dokunulmamış gibi. Çok hızlı kaçıyorum, yaşıyorum, hızlı düşünüyorum. Eskiden olsa takacağım şeyler bile bende televizyonda reklam etkisi yaratıyor. Ya kanalı değiştir, ya da şuursuzca bak ve unut. Reklam bu değil mi? Bana herhangi biriniz sakın reklam şudur demeyin, muhtemelen sizden daha çok biliyorum hakkında, sadece neyi nasıl algıladığın o kadar anlık ki, bırakın şu an öyle bir tanım yapıyım. 

Kendi dilinde konuşmak diye bir şey vardır. Hiç yaşıyor musunuz? Biz karşımızdaki insanın bizi anlamasını sağlayacak kelimeleri kullanır, ona uygun cümleler kurarız. Son yıllarımı ne kadar derdimi anlatamayarak geçirdiğimi anlatamam. Ben en son onun için uydurduğum dili unuttum. Dil nankördür, bir bakmışsın doğru kelimeleri hatırlayamıyorsun. Hatırlamadığımı fark ettiğimde biz birbirimizi artık pek de istemiyorduk. 

Omzumdaki minik dev sürekli mırıldanıyor, büyü artık küçük kız diyor. Yanımda bir ufaklık var, saçlarımla oynuyor şu an, benden 20 santim uzun, 9 yaş küçük, ama benden çok büyük. Hatta şu an 8 diye düzeltiyor, senin boyun yeter ufaklık. Kendisi uzun zamandır bana göz kulak olmakla sorumlu, birde yetmezmiş gibi 4 ay sonra diplomalı bir deliye bakmak zorunda kalacak. Bu deli ne yazıyor bakışlarını şu an omzumdan hissedebiliyorum ve gülümseme sesi, bir nefes. En son anneme keşke ben büyük çocuk olsaydım o zaman ablama daha iyi bakabilirdim demiş. Bizde düzen böyledir, erkek gibi sorumsuz bir kız, sorumlu ve düşünceli küçük adam. Biraz yanlış olmuşuz taa en baştan. 


Çocuk, kardeşimden başka bir çocuk, bu yazı gittikçe sen askerdeyken yazdığım sayfalara benzedi, nereden başlayıp nerede bittiği belli olmayan beyin akıntıları, ama sen onları hiç okumadığın için bir fikrin yok. 

Ne diyorduk, ben korkuyorum, bugün ilk kez korkmaya başladım, ne olacağını gerçekten biri söylesin istedim, ben belirsizlikten nefret ederim, hep bilmek, kontrol edebilmek isterim. Hayatımın geri kalanında hangi maskeyi takacağımı ve kimden ne kadar saklanacağımı bilmek istedim. Ama her zamanki gibi cevaplar zamanda. Zaman sabırlı bir yetişkin gibi, ben hala telaşlı bir çocuk. Sevmek istiyorum, almak, yapmak, oraya gelmek, oradan gitmek, özgür olmak zamandan insan olmaktan bile bağımsız, ama ilk kez bu kadar kapana kısılmış, gözlemlenir hissediyorum. 

Zaman dursun, şimdi sadece dumanım tütecek, biz bekleyeceğiz, her kim yoldaysa..


19 Şubat 2012 Pazar

Dana Suşi / Günaydın Steak House

Dana füme dilimleri arasında salatalık ve ne olduğunu lezzetinden tam anlayamadığım bir sos( Yoğurtlu olduğunu tahmin ediyorum.) bir araya geldiğinde çok lezzetli bir atıştırmalık çıkmış ortaya. Tavsiye ediyorum, özellikle farklı tatları denemeyi sevenlere..


18 Şubat 2012 Cumartesi

Dilemma / İkilem

Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşıdakinin anladığı kadardır.


Bu yüzden biz anlaşamayız, hatta tartışamayız bile. 


Hazan'a bu sözü hatırlattığı için çok teşekkür ederim ve nicesini. 

16 Şubat 2012 Perşembe

Bir Garip Orhan Veli - Sesini hiç duydunuz mu?

türkçebilgi.com'dan alınmıştır.



Illusion                                                                                     

Eski bir sevdadan kurtulmuşum;                                            
Artık bütün kadınlar güzel;
Gömleğim yeni,
Yıkanmışım,
Traş olmuşum;
Sulh olmuş.
Bahar Gelmiş.
Güneş açmış.
Sokağa çıkmışım, insanlar rahat,
Ben de rahatım. 





Hayatımın en özel erkeklerinden biri. Sesini ilk kez duyuyorum, hep hayal ettiğim gibi. Sesindeki esler bile, hep tahmin ettiğim gibi. Bildiğim bir şey, ama heyecanımı size anlatamam. Bildim bileli bu adamın dizelerini ezberlerim, ben sussam o benim yerime konuşur derim, art arda 15 şiire bu en sevdiğim diyebilirim, ayıramam ki ben onları birbirinden, şimdi evde sesi yankılanıyor, benim için en sevdiklerimi okuyor. 

Yapı Kredi Yayınları, yılbaşı gecesi ve özel günlerde eski makara bantlara, o çok da farkında değilken, kayda alınmış ses kayıtlarını bize ulaştırmış. Şimdi Orhan Veli'nin kendi sesinden şiirleri elimde duruyor. Küçük Prens'e tutkumu bilenler için, en son aldığım baskısından sonra bu çalışmanın önüne çok az baskı geçebilir. Arada basılı şiirlerin bildiğimiz halinden farklı kelimeler söyleyebiliyor, nedeni bilinmez yazıya farklı geçirilmiş. 

Vatan İçin
Neler yapmadık şu vatan için!
Kimimiz öldük;
Kimimiz nutuk söyledik.

Evet, "Vatan İçin"i koymamın bir sebebi var. O dönemde Varlık Dergisi'nde yayınlanan şiirlerinden biri. Biraz üzerinde düşünmeye değer. Benim son zamanlarda sıkça düşündüğüm, fikir sahibi olabileceklere sorduğum bir soru var; İzmir Atatürkçü mü, Cumhuriyetçi mi? Bu çok önemli bir sorudur, belki yeri geldiğinde sorunlu bir sorudur. Bu şiir biraz buna benziyor. Nasıl benzemesin, yani ben ona benzemeyeyim, ben onunla büyüdüm. Devrik eksik cümlelerim, karmaşık düşüncelerim, "söz olurmuş olsun dostum değil misin" cesaretim hepsi ondan bana miras. 

14 TL, çok bir şey değil, onu sevme şekli bu. Kütüphanenize bir hediye. 

14 Şubat 2012 Salı

Beyaz Perdede Monroe..

26 Şubat'a çok az bir zaman kaldı. The Artist, Golden Globe'da ortaya koyduğu ağırlığı Oscar'da da gösterecek gibi duruyor. Hollywood'da bir fransız.. Konumuz Monroe, ama öncesinde şimdiye kadar izlediğim adaylardan küçük notlarımı paylaşmak istiyorum.

Brad Pitt, Moneyball'da en iyi oyunculuklarından birini çıkarmış. 

The Help, başrolden figüranlara çok başarılı oyunculuklar ve can yakmayan bir anlatım. Amerikalılar iki kere seyretmeli. 

The Tree of Life, Sean Penn'i gördüğüm ilk sahnede kapadım. Çok sakin, ve kesinlikle iyi bir başlangıca sahip değil, bir şans daha verir miyim bilmiyorum. 

Midnight in Paris, ben Woody Allen'a aşığım, ne diyebilirim ki. Ama dürüst olmalıyım, eğer Oscar'ın aşina olduğumuz bir geleneği varsa, hep beraber söyleyelim: "Oscar goes to "The Artist"."

Ve son olarak Rooney Mara, nam-ı değer ejderha dövmeli kız. Geçen yıl Natalie Portman'ı gururlandıran heykelciği, Mara ondan daha fazla hak ediyor şüphesiz. Bence bu yılın en ateşli kategorisinde. Meryl Streep, Marilyn Monroe, Viola Davis. Bu kadınlardan hangisi o heykelciği eline alırsa, diğerlerinin de en az onun kadar hak ettiğini bilmekle kalmayıp, o kürsüden hepimize söyleyecekler. 

My Week with Marilyn: Kimse Michelle Williams'tan daha iyi bir Marilyn olamazdı. İki gün önce Mad Men'de Marilyn'in öldüğü gün vardı ve bütün o sekreter kızların buna gösterdiği tepki. Marilyn sevgiye doymayan kadın.. Marilyn bir tanrıça.. Marilyn kalp kıran kadın.. Film boyunca biz seni çok seviyoruz demek istiyorsunuz, gözünüz İngiltere'nin güzelliklerine kaysada, sarışın sizi bir bakışıyla ele geçiriyor. Eddie Redmayne'e büyük bir alkış gerekiyor, bakışları ve dudakları ile oynayan adam. Filmde beni şaşırtan ilk kez Marilyn ile ilgili bir filmde Stanislavski yöntemine bu kadar yer verilmesi. Bu yöntem psiko-realistik oyunculuk ya da method oyunculuk diye de bilinir. Sahne üzerinde ruhun yaşatılmasını esas alır, oyuncu ve eğitmen karakteri gerçekçi bulmalı, ona inanmalı ki, içine girebilsin ve karakteri yansıtarak ona hayat versin. Işık gibi düşünülür, aktör eğer içinde o renkten barındırıyorsa karakterdeki o rengi kameraya yansıtabilir. Bu nedenle de benzerliklere ihtiyaç duyar. Filmin bir diğer vurgusu ise iyi bir oyuncu olmak ve iyi bir star olmak üzerine. Marilyn kuşkusuz o dönemin en parlak yıldızı. 

" Why are the people I love always leaving me 




11 Şubat 2012 Cumartesi

Fotoğrafla sinema birbirine aşık olursa..

Şu an hala izliyorum.. Siyah Beyaz..

Fotoğraf gibi film çekmek ne demek? 

Her şeyin sağa sola yaslanmış ya da ortalanmış, benim birazdan birini seçmek zorunda olduğum gibi, ya da karenin ya solunda büyük bir ağaç, ya sağında, ya iki tarafında küçük ağaçlar, kim bilir, ama kimsenin parmakları bile kareden çıkmamış olsun..

Hiçbir anlamı olmadan sadece ışığı, ya da renkleri güzel diye üç saniye pencereye bakmak, ya da kadını arkasından görmek ki, diğer iki adamın açısı o kadar güzel ki, kadının saçları zaten fon..

Ya da annem kavga ederken görüntü dondu galiba desin. Çünkü onlar duruyorlar, ufak dudak hareketleri sadece, o hareketsizlik aslında onların kavga sırasındaki duruşları..

Hani bir mekana girdiğinde refleks olan, ya da bir grubu gördüğünde bir açı vardır ya, bu işten hiç anlamayan bile o yakınlıkta, o açıdan çeker, eğer film o karelerden bir araya getirilmişse, sinema fotoğrafa bayağı tutulmuş demektir. 

Filme dansıyla renk katan Kerem Güneş, merhaba..

9 Şubat 2012 Perşembe

Ladies and gentlemen, It's a good day to ask why I have a relationship with him/her: 14th February

14 Şubat'ı oldum olası sevenlerden değilim. Ama 14 şubatla kavga eden tiplerden de hoşlanmam. Sana mı kalmış sorgulamak ya da boyun mu uzuyor "çok saçma, ben böyle şeyleri hiç sevmem" dediğinde? Yapmayın, kendinizle çelişiyorsunuz, o güne inananlardan daha geniş bir zamanınızı onu/onları eleştirerek geçiriyorsunuz, ama pardon siz her şeyi ibadet eder gibi analiz edenlerdensiniz. Geçen yıl Dilek yazısının sonunda bu beyefendiler neden sevgililer gününü taşlayıp anneler gününde çiçek alıyorlar diye sormuştu, sorgulamıyoruz, asla dürüst olmayacaklardır, öğretilmemiş ve öğrenilemeyen davranışlar listesinde en üstte asırlardır duruyor. 

Bu yıl ona çiçek almak, yemek ısmarlamak, öpücüklere boğmak yerine yarınınız için bir şey yapın ve ilişkinizi konuşun, planlarınızı, birbiriniz hakkında ne düşündüğünüzü. Tecrübeye dayanarak söyleyebilirim ki, bugünü kurtarmak bir ilişkiyi kurtarmaya yetmiyor. Bu günü  "seni sevdiğimi söylemek zorundayım" yerine "üç ay sonra şöyle bir şey planlıyorum, bana katılır mısın" demek için kullanın. Ve lütfen, solan, yenip bitirilen ve bedel ifade eden fişlerden ibaret her şeyden uzak durun. Yan yana durabilmek her zaman bedel biçilemeyecek bir hediyedir. Bunu fark edenler sevgiyi ve bir hayatı paylaşma anını gerçek anlamıyla yaşarlar, geri kalanlar ise iyi bir sevgiliyi tam anlamıyla oynayan oyuncular olarak farklı sahnelerde hep aynı rolü oynarlar. 

4 Şubat 2012 Cumartesi

Anneanne Koltuğu, o ne?

Solda gördüğünüz sandalye/koltuk dediğimiz şey anneannem ve dedeme ait. Dün akşamdan beri düşünmeme rağmen onların evinden nerede durduğunu bulamadım, ama bildiğim üstünde ne kadar çok fotoğrafımın olduğu. Şimdi kuzenimin evinde duruyorlar, evet onlardan iki tane var. Eskiden üstlerinde beyaz bir örtü vardı, altından çıkan bu kılıf retro tanımına cuk oturuyor. Sağda daha yakın ve daha aydınlık bir fotoğraf daha var. Ve bilmek isteyenler için lamba İkea. 

"Living with memories is always a choice, you can live with hopeless future or unhappy present; but someone always chooses amazing, funny and happy memories. This is me."

Dün gece iki kere düşen makinem hala çalışıyor :) Ama çalışmasaydı kendisinin yerini Leica ile doldurmak kadar çekici teklifler vardı. Bilenler için bende kendisine kızgınım. 

Today is a good day, be good you too. 

3 Şubat 2012 Cuma

Günübirlik Darbeler ve Dindar(Dinci) Gençliğimiz

Bazı sabahlar daha sinirli uyanırım. Bu bazen bir gece önceki alkol seviyem, yalnızlığımın rahatsız edilmesi, Beşiktaş'ın yenilmesi ya da çoğunlukla bir gün önce okuduğum ve devamı dahada kötüleşecek korku filmi gibi haberlerden kaynaklanır. Eğer hala gazete okumadıysanız, siyah beyaz çirkin Türkiye portrelerinden haberler seçtim bugün. 

Ragıp Zarakolu'yu tanıyor musunuz? Kendisi bir yayıncıdır en kısa haliyle. İsveçli milletvekilleri tarafından Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterildi. İnsan hakları savunucu olduğu, uluslararası arenada basın ve düşünce özgürlüğünün sembolü olarak görüldüğü için.. Şu an KCK davasından tutuklu.. 

İlker Başbuğ.. Emekli Orgeneral-Eski Genelkurmay Başkanı.. İnternet andıcı davası sonrasında, birkaç dava birleştirilip, darbeye teşebbüsten "müebbet" talebi istendi. Tabii herkes Kenan Paşa kadar şanslı olmuyor. Henüz bu konu hakkında gördüğüm kadarıyla hiç bir kademeden ses gelmedi. Neden? Yargının bağımsızlığına saygımız var. Ya da birileri zaten ne olacağını biliyor, ve bunun devamı gelecek. Başbuğ'un tutuklanmasını dahi yadırgadık, bu adamın kaçacak hali yoktu ya. Ama bu son karar, ben sindiremedim. 

Ne oldu darbe girişimi? Siz hala darbeyi asker mi yapar sanıyorsunuz? Bazen her şeyin bir anda olmasına gerek yoktur, nakış gibi işlenir, bir bakmışsın 5 yıl sonra başka bir yerde başka bir Türkiye. 2001'den beri olan budur. Eteğinde taşları bazen tutamayan bir Leviathan en son "dindar gençlik yetiştirme" potunu kırmış bulundu. Dün bir arkadaşımla da konuştuk, "dindar" ile "dinci" arasındaki fark ne? Bana göre dindar olan sana göre dinci oluyorsa ne yapacağız? Hasan Cemal güzel anlatmış, bir torna Atatürkçü yetiştirdikten sonra sıra dindar olanlara mı geldi? Hep bir kalıba sokulmak zorunda mı bu gençlik? Maalesef, konuştuğumuz şey inanç özgürlüğü değil otoriter dini rejim. Hani Kore'de ağla dendiğinde ağlayan milyonlarca insana şaşkınlıkla baktık ya, bizim inançlarımız bile tekelde, bırakın düşüncelerimizi, gözyaşlarımızı. Daha da zor olanı bence bir yalanı yaşamak, demokrasi ve laiklik yalanı. Auster'dan daha önceki yazımda bahsetmiştim. Bir de bu arada nedense Oyak emekli maaşlarını açıklamış. 

Grup Yorum konser bileti sattığı için tutuklananlar var, duydunuz mu? Bu Serdar Ortaç konser bileti satmak gibi bir şey, hemde 8 Mart için. 2010'da İnönü'deki konsere bakın lütfen. Yapmayın, sapla samanı karıştırmayın artık. 

Benim aklımda bir soru.. Siz birinin bu ülkeyi bölmesinden, devleti yıkmasından mı; yoksa sizin güç kulesini devirmesinden korkuyorsunuz?

Herkes için sıcak bir haftasonu olsun..