26 Haziran 2012 Salı

Oğlum İçin Savaş Çıkmasın!

Koray Çalışkan'ın bugün Radikal'de yayınlanan "Suriye konusunda haksız mıyız?" yazısının başlığını dün gördüğümden beri içeriğini merak ediyordum. Malum hepimizde biraz korku var:  Bir noktada sonucun faturasında bir kalem sahibi olursak ne yaparız? Birileri örtpas ettiğini düşünür, birileri boğazındaki düğümlere yeni bir tanesini daha ekler. Burası Türkiye, 8 yıldır adını bulamadığımız, desteklesek mi kösteklesek mi diye karar veremediğimiz, bir süredir iç savaş sınırının üzerinde, korkutmak için ayağını bir o tarafa bir bu tarafa doğru sallayan, yargı kanalları ciddi hasar almış, iktidarın iktidardan fazlası, muhalefetin muhalefetten yoksun olduğu, demokrasileşme oyununu kendi kurallarıyla oynamaya çalışan bir ülke. Peki Suriye ile ne oldu, Türkiye bu kadar Ortadoğu aşkıyla tutuşurken, biz nasıl komşusuz kaldık? Birkaç soru var. 

  • Hedefi Avrupa Birliği olan bir Türkiye'nin, Ortadoğu'ya olan bakışı ne kadar samimi bulunuyor? Avrupa'dan ya da Amerika'dan en ufak bir ıslık geldiğinde Türkiye tezkere tartışmalarını başlatmayacak mı? Türkiye lider olmak isteyebilir, hadi halklar da istiyor varsayalım, yönetimlerin ve rejimlerin ana aktörler olan siyaset adamları ve Ortadoğu'nun dikdatörlerinin hiç mi etkisi yok bu halklar üzerinde? Kaldı ki, günde bir dakika gazete okuyan bir insan için Türkiye şırasız şıra satmaya çalışıyor. Biz mandalaşmayı yasakladık derken, en güzel kılıfı bulmuş, Ortadoğu'ya yedirmeye çalışıyoruz? Ve de Can Dündar'ın dediği gibi hiç tanımadığımız bir Ortadoğu'ya! 
  • Diplomasi dinlerken kullanılmasında en çok rahatsız olduğum kalıptır, "thanks to". Bu kadar ülke, bu kadar uluslararası aktör, bu kadar kural, ve bazıları farklı noktalarda günde 5 kere ihlal edilebiliyor, sadece bakanlık sitesinden duyuruluyor, çok kimsenin ruhu duymuyor. Ve biz dönüp diyoruz ki, "ama ben Ayşe'nin de bebeğini aldım, sadece Serap'ınkini değil ama Serap bana vurdu.". Buradaki soru "sen neden bebekleri aldın?" mı yoksa "Serap neden vurdu?" mu, ya da daha reel bir soru var, "sen Serap'ı tanıyorsun, neden daha dikkatli olmadın?". Sabah Casa uçağının üzerinede ateş açıldığının haberini okuduktan sonra, iki tarafında "biz savaşmak istemiyoruz." söylemlerini samimi bulamadım. Ya da, biz bir film stüdyosundayız ve emir komutadan bir haber, başına buyruk joystick başında oturan bir askerimiz var, vurmuş. 
  • Koray, birkaç gündür konuşulmayan "yahu bu bilmem kaç kilometre nasıl gitti vurulduktan sonra, mümkün müdür?" mevzusunu dile getirmiş, mümkün değil, hadi buradan yakalım. Daha doğrusu, hızla savrulsa dahi yön değiştirebilmiş, değiştirmemişiz, değiştirememişler, artık kim bilebilir? 
  • Esad bundan birkaç ay önce "dostum" dediğimiz adamken şimdi "katilim" dediğimiz adam oldu. Durum böyleyken bir daha dosta dönemezsiniz. Kaldıki, mevzu füzeler, uçaksavarlara kadar geldiğinde, halkların kardeşliği de kurtarıcı olmayacaktır. 21. yüzyıl savaşları halklar arasında değil, açgözlü ya da agresif siyasi ve askeri kuvvetler arasında yaşanmaktadır. Dost halklar olmak, sınırdan insan kabulü ve birkaç demeçten ibaret değildir; ilk kurşun atıldığında herkes kardeşinin, arkadaşının, ya da kendi vatandaşının cephesinde yerini alacaktır. 
  • Birçok ağızdan duyduğumuz kendi gazetecisine, öğrencisine, askerine yaptığı yer yer hukuk dışı uygulamalar artık çıplak gözle görülebiliyorken, Erdoğan'ın kendi halkı bu demokrasi götürme olayını, rejim değişikliği çabasını ne kadar samimi bulabiliyor? Ben bulamıyorum, kelin merhemi olsa durumu varken, ben Pozantı'yı okurken, Chp'li bir kadın "Pardon efendim Chp Kürt, ana dil falan, bu meselelere karışmasın derken, uluslararası itibar hatrına, bu ülke gündemine birde savaş eklemek acımasızca değil mi? 
  • Türkiye bu sorunu hukuk çerçevesi içinde çözecekmiş, uluslararası aktörlere aktarılacakmış sorun, ki aktarıldı. Suriye Nato ilişkileri bir yana, Türkiye Ortadoğu ile ilişkilerin bir daha aynı olmayacağını farkında, bu açıkca demekki, "siz benim canımı yakarsanız, ben sizle sizin dilinizi konuşur gibi yapar, batının silahlarıyla sizi savunmasız bırakır vururum, ve olan halkınıza olur.". Bu Ortadoğu'nun dilemmasıdır.


Belki söylenecek daha çok şey var. Savaşın iki taraf tarafından istenmediğini hissedebiliyoruz, ama bu andan sonra durulan yer çok hassastır, şimdi olmaması asla olmayacağı anlamına gelmeyecektir, Suriye daha da agresifleşebilir. Türkiye'nin oturup, dış politikasını "limonunuz var mı, ben de şeker vereyim size"den bir tık öteye taşıması, şu an içinde bulunduğu durumu değerlendirmesi, sıfır komşu çok sorun meselesinin üzerine gitmesi lazım. Ticaret hamleleri, ambargolar, bu tür durumlarda sık karşılaşılan durumlardır, ama Suriye bankalarının Türk firmalar tarafından boşaltılmak istemesi bana pek mantıklı gelmedi. 

Başlık, halen kayıp olan pilotlardan birinin babasına ait, ve şüphesiz ki, savaş kararını verenleri çocukları cephelerden çok uzaktadır.. 

23 Haziran 2012 Cumartesi

Balık ile Balıkçı

Balıkçı:  Geldiğimi duymadın mı? 
Balık: Hayır, neredeydin? 
Balıkçı: Tam arkanda.
Balık: Duymadım.
Balıkçı: Sana söylemiştim. 
Balık: Duyduğumu değil hissettiğimi biliyorum. 


Balık balıkçının onu suya geri bırakması ile ölür. 


SON 
(Senaryo yazmaya geri dönmeliyim!) 



22 Haziran 2012 Cuma

Lazy Photographer










Uzun denilebilecek bir tatilde, makinam ancak dönüş yolunda havaalanında ortaya çıkıverdi. Bu tembellik niyeydi, neden canım istemedi, gerçekten bilmiyorum. Havaalanlarını sanırım seviyorum, belki de her gelişin bir gidiş, her gidişin bir geliş, her kaçışın bir son olduğunu bildiğimdendir, kim bilir? 

Bodrum'a yolunuz düşerse çarşı içinde tuvaller, taşlar, minik tahtalar üzerinde resmedilmiş, inanılmaz güzel atlar ya da dev narlar görürseniz, içeri girin ve onların mimarı ile sohbet edin. Keşke biraz daha zamanım olsa dedirten bir andı benim için.. 

Yavaş yavaş taşınıyorum, fotoğraflara bundan sonra ifthatifthis.tumblr.com'dan bakabilirsiniz. 

Bodrum Havaalanı
En sevdiğim kare için tıklayın.

İyi haftasonları..

9 Haziran 2012 Cumartesi

Football and Songs / Euro 2012

Euro 2012 bugün başladı. Bu senenin ev sahibi iki ülkesi Polonya ve Ukrayna. Bensiz başlamasına bozuldum ama bir düğünde yer almam gerekiyordu. Ev sahibi Polonya'nın Yunanistan'ı yenmek için bildiğiniz gibi %18 şansı vardı, olmadı, berabere kaldılar. Oldukça ilginç bir istatistik, efendim ev sahibi takımın ilk maçta yenmesi oranı, rica edeceğim Beşiktaş'ta Hoojdonk'u görmek istemeyenleri de bir hesaplayabilir miyiz? Pardon, bu arada Rusya'da Çek'leri perişan etti deyim yerindeyse. 

Limitsiz içki bayağı adamı perişan eden bir hediye. Ama annemin söylediği bir şey şu an bile çok net. 

"Futbol olmasa bu kadar şarkı olmazmış." 

Haklıydı. Bir gece kulübünden bahsetmiyorum, iki saat kadar hareketli müziğin çaldığı bir düğündü ona bunu söylettiren. Dünya kupaları, ulusal futbol turnuvaları derken ne çok şarkı var aslında futbola, hatta sporun bir çok dalına ait olan. Ben futbola aşık biri olarak onu kayırmadan, aklıma gelenleri buraya listelemeye çalışacağım. 

Hem Avrupa hem de Dünya Kupalarının bu herkesi biraraya getiren,  bizim ülkemiz olsun olmasın içimize bırakıp kaçtığı neşeye bayılıyorum. Yeri gelmişken Cüneyt Çakır'ı lütfen kaçırmayalım. Futboldan bağımsız ortaya çıkan ama onunla hatırlanan, ya da sadece onun için yapılan tarafımdan seçilen ve sevilen beş şarkı! 

1) Queen / We are the Champions
2) Nine/ Those Were the Days 
3) Shakira / Waka Waka
4) Michel Telo/ Eu Sei Eu Te Pego
5) Ricky Martin / Go Go Go Ale Ale Ale

Güzel futbola doyduğumuz bir Euro 2012 bizi bekliyor.

İyi haftasonları..