20 Kasım 2011 Pazar

Van, Medya ve bendenizden itiraflar..

Daha çok yenidir, blogların çok fazla kişiselleşmesinden yakınmalarım. Bazen sizi denerim, neyi okumayı daha çok sevdiğinizi ya da hangi sorulara daha çok cevap aradığınızı, en kötü ihtimalle neleri daha iyi anlayabildiğinizi ve yazının sonuna kadar gelebildiğinizi. İlişkileri çok seviyorsunuz, öncelikle bunu söylemeliyim, bir o kadar da siyasetten nefret ediyorsunuz. Çok kişisel bir şey söylemek için şu an konuyu dağıtmaya çalışıyorum. Lütfen, dikkatinizi çok fazla vermeyin.  

Ben psikoloğumun yerinde olsaydım, ya da bana hayatta değer veren biri, beni kolumdan tutar önce pasaport için karakola, sonra vize başvurusu için artık kısmet nereyeyse? Yıllardır her şey için hırpala kendini, yok mu bir diyen de "kızım sorun sende değil, karşındaki herkesde". Ne kadar klişe oldu. Klişe olduğu gerçek olduğunu yadsımaz, kurtulun önyargılarınızdan. Bazı şeyler artık çözülemiyorsa, mutlu olmaya yetmiyorsa, gitmeyi bilmek en büyük erdemdir. Bunu yapmayı bu ara daha da sık düşünür, düşünmekle kalmayıp cesaret edebilir hale gelmeye başladım. Dediğim gibi korkunç kişisel bir şeyden bahsedip, ortalama 10 saniyenizi çaldım. Lütfen, kusura bakmayın.

Van'da gerçekte neler oluyor ve bugünün medyası!

Uzun süredir medyada birçok alanda çalışmış, hem son seçim döneminde hem de Van depremi sonrasında bizzat gözlem şansı olmuş, bilinen bir kanalın haber editörlerinden biriyle geçirilen 2 saatten arta kalan notlarımı paylaşacağım müsadenizle. 
  • Birinci ağızdan: 10 yıl önce biz Tansu Çiller'in olduğu günlerce takip edebiliyorduk, keza Yılmaz Bey'in oğullarını da. Şu anda iktidar yakınları ile ilgili haberyapmak çok zor. Biz onlar döneminde hiç itilip kakılmadık.
  • Eskiden kulis haberciliği varmış. Ankara'da habercilik yavaş yavaş ölüyormuş. Metinler bakan yardımcıları ya da her kim görevli ise onlar tarafından yazılı veya telefonla bildirildikten sonra biz okurlara ya da izleyenlere ulaşıyormuş. 
  • Müge Anlı'nın hepimize ilham veren? konuşmasından sonra ATV/Sabah dahil Turkuaz grubuna karşı bir boykot söz konusu olup, muhabirlerini alana gönderemiyorlarmış. 
  • Van'a gönderilen muhabirlerin kadın olmasına özen gösteriliyor, çünkü çadırların içine aksi halde girmek, ya da tuvalet, duş bir sorun haline dönüşüyormuş. 
  • İnanılmaz bir çocuk nüfusu olan Van'da, orada bulunan herkesin korkusu insanların donarak ölmesini görmekmiş. Orada şu anda yaşanan göçün en trajik hikaye olduğunu ve yavaş yavaş hayalet şehire döndüğünü izliyorlarmış.
  • Bir gecede 19 tır yağmalanmasına rağmen, batıdan gelen yardım kesilmesin diye bu görüntülerin yayınlanmaması yönünde Ankara'dan direktif gelmiş.
  • BDP ve AKP yerel yönetimleri arasında güç dengesi konusunda ilk günden beri sorun olduğu için,  "neden bir battaniye bile gelmedi" diye sorarken, daha iyi bir dağıtım için depolarda bekletilmiş. BDP'liler daha iyi bir dağıtım olacaksa kolluk kuvvetlerin gelmesine karşı çıkmayacakları belirttmişler. 
  • Büyük bir ölçüde üniversite, ödenek ve görevler açısından konumunu belirleyemeyen İTÜ ve Kandilli , bayramda meydana gelen ve Bayram Oteli'nin yıkılmasıyla sonuçlanan ikinci depremin etkilerinin sorumlusu olarak görülüyormuş. Şu anda ODTÜ'nün ekipleri ölçüm yapıyormuş. Bu depremin bas bas bağırarak geldiği ve bilim adamlarının bunu ölçmeyip, herhangi bir uyarıda bulunmayıp, adeta o insanlar için cinayet noktasına getirdiğiymiş konuşulan. 
  • "Ankara'dan telefon geldi" hala medyada en geçerli kuralmış.
  • Hükümetin Van tahliyesi üzerinde durmamasının en büyük nedenlerinden biri dağdaki PKK'lıların şehre inip yerleşmesinden korkmalarıymış.
  • Çadırım yok diyene mikrofon uzatmak yasakmış. 
  • Toplum olarak vahşet ve şiddetle yoğrulan biz, bir tez yürütecek olursak, muhafazakarlaştıkça kadına şiddet ve kadın cinayetleri artıyormuş. 
Ben bir çoğunu şaşırarak dinledim. Siz ne düşünüyorsunuz gerçekten bilmek isterdim. Hala içime sindiremediğim doğal afet adı altında adlandırdığımız, yaşamayı kabul  ettiğimiz, böyle bir felaketin altından, siyasi konuların nasıl bu kadar sivrilerek çıkabildiği? İlk başta, en hızlı ve düzenli askerin gidebileceği her yere neden gönderilmediği? Bu aşamaya daha sonra ve bazı bölgelerde gelindiği? Deprem ülkesiyiz biz diye herkes bağırırken, kurumların neden ana görevleri olan önlem almak ya da uyarmak yerine şehir planlamacısı gibi çalıştığı ve jeologlar yerine neden inşaat mühendislerinin işe alındığı? 

Bugün 20 Kasım 2011, günlerden pazar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder