Dün gece Starbucks konulu yazımla alakalı gelen bir mail, nelere neden karşı olduğumu bir kez daha bana hatırlattı. Hatırlatmakta fayda var. Ben bir gazeteci değilim, buraya yazdığım hiçbir yazı ne bir tez ne bir makale özelliği taşımıyor. Bana ait alanda, zaman ayıran misafirlerle paylaşmak adına karalamalar yapıyorum. Nasıl yediğim bir yemeği paylaşıyorsam, duyup şaşkınlık duyduğum bazı olayları da paylaşmaya çalışıyorum.
Ortaya politik teoriler sürmeyecek kadar bölüm dışı aktivitede bulunmuş, ve daha çok yönlü bakabildiğini nacizane iddia eden biriyim. 21. Yüzyıl sizler de hak verirsiniz sadece Marx, ya da Keynes, Smith üzerinden çözümlenebilecek bir dönem değil. Kaldı ki, çözüm üretme çabası içerisinde değilim, olsam dahi daha farklı ve geniş tabanlı sorunları önemsemeyi tercih ederim. Yüzlerce araştırma var Türkiye'de ve Dünya'da yoksulluk üzerine. Şu anki bakış açımı ve duyarlılığımı bir devlet üniversitesine nasıl Starbucks girer üzerine kurmak bana daha sığ geliyor affınıza sığınarak.
Hiçbir düşünce bir diğerinden daha değersiz değildir, "siz" "biz" derken hakkınız olmadan bir grup insanı aşağıladığınızı umarım farkındasınızdır. Bunu hiçkimseye yakıştıramadığımı söylersem kusura bakmayın. Yazımın sonunda "Sermayeye sevgiler" yazmamın sebebi, vakti zamanında yönetim kurulu üyesi olarak yer aldığım aktivitemin sonunda ben ve arkadaşlarımın "Sermaye sizinle gurur duyuyor" şeklinde alkışlanmamızdı. Eski günlerimi yad etmek istedim. Malum söylemler hiç değişmiyor.
Durumları değerlendirmek için okumak ve biraz ilgili olmak gerekir. Bu sizin iddianızla benim sığ politik teorim, ve bazı noktalardaki aşırı yanlış eleştirilerinizle, herkesin ders alması gerektiğini anlatıyor bizlere. Ermeni beyefendi ölmüştür ve pasta kültürü birçok farklı değerimiz gibi aynı topraklarda komşuluk yaptığımız birçok kültürden bizlere geçmiştir. İnci Pastanesi'nin kime ait olduğunu biliyor musunuz? Pelit Pastanesi sahipleri ikinci ailem gibidir, herkes herkes hakkında dil kemiksiz lütfen konuşmasın. Bilmiyorum aşina mısınız ama "marginal cost" diye bir kavram vardır. Starbucks ve Pelit arasındaki tüketim oranlarını karşılaştırabilirsiniz, bu elbet üretim ve bedel belirleme süreçlerini etkiliyecektir.
Yazımla ilgili her hangi bir yorumu olanlardan ricam, bunu bana kişisel mail atarak değil, yorum kutusunu doldurursanız daha doğru ve herkese ulaşabilecek bir çözüm olur. Evet yorumları denetliyorum ama hakaret çizgisini aşmadığınız, blok kadar serbest bir ortamda izlenimimi paylaşıp, bir kaç soru sorduğum bir yazı üzerine kişiliğime hakaret etmediğiniz sürece yayınlanacaktır.
Yazar olmak kadar okuyucu olmak da belli bir terbiye gerektirir.
Zaman ayırdığınız için teşekkür ediyorum, iyi pazarlar.
Hiçbir düşünce bir diğerinden daha değersiz değildir, "siz" "biz" derken hakkınız olmadan bir grup insanı aşağıladığınızı umarım farkındasınızdır. Bunu hiçkimseye yakıştıramadığımı söylersem kusura bakmayın. Yazımın sonunda "Sermayeye sevgiler" yazmamın sebebi, vakti zamanında yönetim kurulu üyesi olarak yer aldığım aktivitemin sonunda ben ve arkadaşlarımın "Sermaye sizinle gurur duyuyor" şeklinde alkışlanmamızdı. Eski günlerimi yad etmek istedim. Malum söylemler hiç değişmiyor.
Durumları değerlendirmek için okumak ve biraz ilgili olmak gerekir. Bu sizin iddianızla benim sığ politik teorim, ve bazı noktalardaki aşırı yanlış eleştirilerinizle, herkesin ders alması gerektiğini anlatıyor bizlere. Ermeni beyefendi ölmüştür ve pasta kültürü birçok farklı değerimiz gibi aynı topraklarda komşuluk yaptığımız birçok kültürden bizlere geçmiştir. İnci Pastanesi'nin kime ait olduğunu biliyor musunuz? Pelit Pastanesi sahipleri ikinci ailem gibidir, herkes herkes hakkında dil kemiksiz lütfen konuşmasın. Bilmiyorum aşina mısınız ama "marginal cost" diye bir kavram vardır. Starbucks ve Pelit arasındaki tüketim oranlarını karşılaştırabilirsiniz, bu elbet üretim ve bedel belirleme süreçlerini etkiliyecektir.
Yazımla ilgili her hangi bir yorumu olanlardan ricam, bunu bana kişisel mail atarak değil, yorum kutusunu doldurursanız daha doğru ve herkese ulaşabilecek bir çözüm olur. Evet yorumları denetliyorum ama hakaret çizgisini aşmadığınız, blok kadar serbest bir ortamda izlenimimi paylaşıp, bir kaç soru sorduğum bir yazı üzerine kişiliğime hakaret etmediğiniz sürece yayınlanacaktır.
Yazar olmak kadar okuyucu olmak da belli bir terbiye gerektirir.
Zaman ayırdığınız için teşekkür ediyorum, iyi pazarlar.
sıtarbaks'a gitmeme takıntısı olan biri olarak bu metinlerle karşılaşmam benim için tesadüf oldu. yalnız şu anda iki kelam etme ihtiyacı duyan destursuz hezeyanımın sebebi ne firmanın küresel kapitalizmin bir simgesi olması ne de hakim olduğu emek-değer çelişkisi. ayrıca deniz kaya'nın markasını koruma ihtiyacını ve çoğu insanın çizkeyklerine bayılıyor olmasını anlayabiliyorum - ne kadar peynir ile şekerin düetinden çıkacak eserin hali benim için ayrı bir konu olsa da-
YanıtlaSilayrıca, damak zevki olmayan bir mahlukat olarak alglayabilirim ki; bilmemne fiyatlı bilmemneli kahveleri de usunuzu dimağınızdan alıyor olabilir.
ama maalesef bu "açık" görüşlülüğüm, bu "geniş insan" triplerim sıtarbaks'a giden insanlara gülmemi engellemiyor.
keza şehrin en işlek caddelerine sıfır ve eşrafın suretleri insanların güzergahlarına dönük dizayn edilmiş oturma konspetleri beni benden alıyor.
o anda hemen diplerinde konuşlanıp, suratlarına öylece mal mal bakmak isteği uyanıyor bünyemde.
hiç bir şey söylemeden dikilip durmak... suratlarındaki şaşkınlığı görmek... akabinde gerçekleşmesi muhtemel "ne var ne oluyor" belirsizliğine şahit olmak...
eğer yardım isteyecekleri garson beni dövmezse, bu eylemimi engelleyecek herhangi bir hukuki yahut toplumsal kural da yok. üstelik icraatim terbiyesizliğe de girmez. ki gözlerimin içine bakıp ekspireso içme hakkının karşısında benim sadece durağanlığım var.
nihayetinde o koltuk onlarınsa, sokak da benim!
Bunu yapmak isteyip de niye yap(a)madığınızı anlamadım zira sadece kimseden "yapamazsın" gibi bir cevap almayacaksınız. Niye bunu kendinize dert edindiğinizi anlamadım. Bana denk gelseniz, "ne var ne oluyor"dan ziyade "sapık mı acaba niye gözlerini dikip mal mal bakıyor" diye düşünürüm; eminim sizin vakit geçirmeyi tercih ettiğiniz yerde başka biri size aynısını yapsa siz de benzer bir düşünceye sahip olabilirsiniz.
YanıtlaSilAyrıca kafe kültürünün bir özelliğidir caddeye sıfır insanların güzergahlarına dönük dizaynlar, starbucks'ın özelliği değil. Oraya başka bir A kahvesi de koysanız dizaynı çok farklı olmayacaktır.
yazdıklarınızı okuyunca bir an kendimden şüphe ettim ve yazdıklarımı tekrar okumaya karar verdim. sonra farkettim ki hiç yap(a)madığımdan ve bu nedenle dert yandığımdan bahsetmemişim. mevzumuzu "arzu etmek" çerçevesinde kapatmışım.
YanıtlaSilve gözüme gark olan bir şey daha oldu ki; "ne var, ne oluyor" karşı tarafın düşüneceği şeyin tahmini değil; bir durum, bir şaşkınlık betimlemesiymiş. ama sizin böyle bir durumda ne düşüneceğinizi öğrenmek aydınlanmamı sağladı, teşekkür ederim.
gılorya cins'den pantolon bakmak bence çok komik. kafe kültürünün özellikleri de.
eğer a, bir kafe ise; eğer sıtarbaks da bir kafe ise; a ile sıtarbaks bir araya gelip bir kültür oluşturmuşsa; bu kültürün özelliği sıtarbaksın da özelliğidir. diyerek anlaşılmak isterdim ama;
"türkiye’deki kahve kültürsüzlüğünü, görgüsüzlüğünü açıklamak için önce aşamalarını anlamak gerek.
evvela gılorya cins sinsi sinsi bağdat caddesi’ne konuşlandı. filtre değil; sadece süslü, portakallı, yabanmersinli, tropikçiçekli, türkçe’ye dil devrimi sırasında çevrilmiş ve bir daha da güncellenmemiş bitki isimleriyle taçlandırılmış kahveler satıyordu. biz de bu kahvelerden ve yanında verdikleri tarçınlı minik kurabiyeden nemalanıyorduk. hıncahınç bu mekanı dolduruyor, filmlerden görüp aç olduğumuz bu kültüre bir yerinden yamalanıyorduk. fakat “bir kahve için buluşalım-to meet for a coffee” günleri henüz gelmemişti.
sonra sıtarbaks hayatımıza girdi. önce davranan gılorya cins sayesinde algımız yanılmıştı bir kere; sıtarbaks’ın ne olduğunu çok anlayamadık. anane evlerindeki gibi kolçaklı ve sıcak renkli koltuklarının sohbet edilemeyecek kadar ayrık durduğu bu yeri, çok da önemsemedik. derken sıtarbakslar bölünerek çoğalmaya başladılar. göz yanılması denecek kadar iki dükkandan biri haline geldiğinde simsın’lardaki sıtarbaks espirilerini anlamaya başladık. yaz günleri 13-14 yaşında mekdanılds’da bir kolayla iki üç saat oturan abiler ve ablalar 23-24 yaşlarını sıtarbaks’ta aynı eylemleri yaparak kutladılar. koltuklar ayrıktı, kahve karton bardaktaydı, kimin umurunda? fındık şuruplu amerikano , bir litre krem şantiyle süslenmiş frappucino içtik. içtiğimiz pastaları kahve sandık. isimler italyancalaştı, ingilizce yeterince havalı değildi -amerikalılar için bile- derken “the sektör” sıtarbaks’ın modern hayattaki yerini kavradı. the plaza insancıkları koşşa koşşa sıtarbaks’a gidip amerikan iş hayatının, volsitrit’in çok kötü bir imitasyonunu canlandırdılar. ucuz takım elbiseleriyle çirkin erkekler, yalansarışın ablalar öğle yemeklerinde adını duyup tadını bilmedikleri dünyanın en kötü filtre kahvesinden içtiler. annelerinin çocukken huysuzluk yapınca sarfettiği laneti tutmuştu; ziftin pekini içtiler. her öğlen, parasıyla, bayıla bayıla…
olayların gelişimini hazırolda izleyen türk kahveciler, “bizim de kahve geleneğimiz var, anneaaa şunabişeysöyleaa” diye yükselen yerlimalı dalgasına tutunup kahve dünyası, ülker sponsorluğunda kafekırovn, sevimli anne işletmesi hissiyatına dayanan kahvecim, kahveolsadaiçsek, benzatenkahvelerinuzmanıolmuşum kahvehaneleri açtılar. gençler oralara da doldular.
(the sektör oralara dolmadı. the sektör knows by heart what’s american and what is not.)
orada soya filiziyle süslenmiş, maliyetinin yirmide biri kadar bile etmeyecek ucube salatalar yediler. kızlar rejim yapıyorum sandılar. kibar kibar salatalığı, domatesi bıçakla ikiye kestiler. yaa.
şimdi de kahve müptelası bir toplumuz. ve ben türkiye’de bir fincan disınt filtre kahve bile içemedim. bizimkisi 'kan kusup kızılcık şarabı içtim' demek anacım." demesi daha afili.
neticesinde bütün bunlardan sanane, banane, bizene... sadece mevzuya ufacıktan ve "sıtarbaksa gülmek, sıtarbaksa neden gülmek" üzerinden müdahil olmak istemiştim.
eğer ceo'su değilseniz insanın sevdiği markayı sahiplenmesi güzel bir şey olmalı.
mesela ben de sarızeybek rakısına laf söyletmem(ona yakışan tat, bkz: www.sarizeybekraki.com)
ikimize de afiyet bal şeker..
gereksiz sarkastik anlatım diliniz okuyucuyu yazıdan soğutuyor ve ingilizce kelimeleri türkçe yazmak sadece türkçeyi kötü kullanmanızla sonuçlanıyor alaycı tutumu geçip sadece ne biçim bir yazı diye bakıyorum.
YanıtlaSilBen de eylem yapılan üniversitenin öğrencisiyim, ama yapılan eylemle sizin deyiminizle "mal mal bakmak" arasında çok fark var, bunu belirtmek isterim. Gider "mal mal bakarsınız" akşamına da hiçbirşeyi değiştiremezsiniz.
kişi "ne var ne oluyor" diye düşünür, bu bir durum değildir.
ben hiçbir markayı sahiplenmem, umrumda da değildir, keyif aldığımı keyfi almak istediğim zaman yaparım. Biri yoksa diğerini tercih ederim hiçbirinin yokluğu benim için bir kayıp olmaz;
ama şunu belirtmeden geçemeyeceğim her ne kadar sturbucks takıntısı olanlar zavallı geliyorsa starbucks'a gitmeme takıntısı olanlar da bir o kadar zavallı geliyor. Tek derdimiz buymuş gibi bunun üstüne daha fazla yorum yapmak da gereksiz geliyor.
alaycı, müztehzi, (ah! pardon..) sarcastically anlatım dilimi ciddiye! aldığınız için egom okşandı. yalnız sakin. keza, ne bir manifesto ne de bilinç ve eylem konulu bir makale yazdım.
YanıtlaSilama keşke en baştan 'engels'in su kitabında altını çizdiği gibi' tarzında cümlelerle girizgah oluştursaydım. bilemedim. şimdi ceremesini çekiyorum. örseleniyor, hor görülüyorum.
"sarkastik" tam da sizin "disınt" gibi kullandığınız güzel kelimelere nazaran yazılmıştı; ama farklı boyutlarda tartışıyoruz. Yazınızı bir manifesto veya ne de makale olarak algılamayacak kadar çok makale okudum.
YanıtlaSilSadece yazınızda katılmadığım kısımları belirttim, aşırı ve yersiz savunmacı kişiliğinize "sakin!"i iade ediyorum.
Blog sahibi'ne de burdan bir özür; sayfasını daha fazla doldurmayacağım :)
ümit aydın adlı şahıs, fikirlerini savunurken karşı tarafı bu kadar yersiz bir şekilde eleştirmeese, alay etmese belki fikirlerin rağbet edilir olabilir ama şu anda elinden tutulacak bir yanı yok. saçma at gözlüğünü çıkar.
YanıtlaSilayrıca isteyen domatesini bıçakla da keser, bu onun kendi alışkanlığıdır, kendi görgüsüdür. ayrıca tüm dünyada kafeler sokağa dönük koyar masalarını ki insanlar gelen geçene bakıp kafa dağıtabilsin.
ayrıca ümit bey, şu anda starbucks 5 tl'lik kahve fiyatıyla birçok kafeden kat kat uygun fiyatlara sahiptir. ben bırakın nişantaşı etiler gibi daha üst yerleri, istiklalde herhangi bir kafede bile (ki aynı kalite çizgisinde değil tabii) asla 5 tlden daha ucuza kahve bulamıyorum. tall bir latte ise starbucksta 5 TL ve hem sırada kafe bardaklarına göre porsiyon daha büyük oluyor hem de yağsız sütten, kafeinsiz kahve hatta soya sütü seçeneği gibi birçok seçenek elde mevcut oluyor. o yüzden starbucksı insanlar niye tercih etmesin ki? boğaziçine de iyi ki açıldı!
YanıtlaSilÖzür dileyerek iki taraftan da, müdahale etmek istiyorum. "Adsız" neden daha fazla şey söylemeyeceğinizi belirttikten iki gün sonra Ümit Bey'e neden cevap verdiğinizi anlayamadım.
YanıtlaSilYazının çok dışına çıkmış bir tartışmanın içinde olduğunuz için bir şey söylememin doğru olmayacağını düşündüm ancak, bir ricada bulunacağım. Ne söylendiğini eleştirmek, yapıcı ve ölçülü olduğu sürece herkesin hakkı ancak bu yazıyı yazmamın temel nedeni olan kişiliğe ve tercihlere karşılıklı saygı duyulduğu sürece eleştirinin bir makuliyeti bulunur. Bu nedenle fikirle elbet tartışacaktır, ama kendimize ait olan yaşamlardaki seçimlerimiz ve bizi biz yapan, kendimizi ifade etme şeklimiz üslubumuzu lütfen tartışma konusu dışında bırakalım.
İlginize ve saygınıza teşekkür ediyorum.
ben farklı bir adsızdım...
YanıtlaSilkusura bakmayın, isim kullanmadığınızda böyle şeyler olabiliyor.
YanıtlaSil