Koray Çalışkan'ın bugün Radikal'de yayınlanan "Suriye konusunda haksız mıyız?" yazısının başlığını dün gördüğümden beri içeriğini merak ediyordum. Malum hepimizde biraz korku var: Bir noktada sonucun faturasında bir kalem sahibi olursak ne yaparız? Birileri örtpas ettiğini düşünür, birileri boğazındaki düğümlere yeni bir tanesini daha ekler. Burası Türkiye, 8 yıldır adını bulamadığımız, desteklesek mi kösteklesek mi diye karar veremediğimiz, bir süredir iç savaş sınırının üzerinde, korkutmak için ayağını bir o tarafa bir bu tarafa doğru sallayan, yargı kanalları ciddi hasar almış, iktidarın iktidardan fazlası, muhalefetin muhalefetten yoksun olduğu, demokrasileşme oyununu kendi kurallarıyla oynamaya çalışan bir ülke. Peki Suriye ile ne oldu, Türkiye bu kadar Ortadoğu aşkıyla tutuşurken, biz nasıl komşusuz kaldık? Birkaç soru var.
- Hedefi Avrupa Birliği olan bir Türkiye'nin, Ortadoğu'ya olan bakışı ne kadar samimi bulunuyor? Avrupa'dan ya da Amerika'dan en ufak bir ıslık geldiğinde Türkiye tezkere tartışmalarını başlatmayacak mı? Türkiye lider olmak isteyebilir, hadi halklar da istiyor varsayalım, yönetimlerin ve rejimlerin ana aktörler olan siyaset adamları ve Ortadoğu'nun dikdatörlerinin hiç mi etkisi yok bu halklar üzerinde? Kaldı ki, günde bir dakika gazete okuyan bir insan için Türkiye şırasız şıra satmaya çalışıyor. Biz mandalaşmayı yasakladık derken, en güzel kılıfı bulmuş, Ortadoğu'ya yedirmeye çalışıyoruz? Ve de Can Dündar'ın dediği gibi hiç tanımadığımız bir Ortadoğu'ya!
- Diplomasi dinlerken kullanılmasında en çok rahatsız olduğum kalıptır, "thanks to". Bu kadar ülke, bu kadar uluslararası aktör, bu kadar kural, ve bazıları farklı noktalarda günde 5 kere ihlal edilebiliyor, sadece bakanlık sitesinden duyuruluyor, çok kimsenin ruhu duymuyor. Ve biz dönüp diyoruz ki, "ama ben Ayşe'nin de bebeğini aldım, sadece Serap'ınkini değil ama Serap bana vurdu.". Buradaki soru "sen neden bebekleri aldın?" mı yoksa "Serap neden vurdu?" mu, ya da daha reel bir soru var, "sen Serap'ı tanıyorsun, neden daha dikkatli olmadın?". Sabah Casa uçağının üzerinede ateş açıldığının haberini okuduktan sonra, iki tarafında "biz savaşmak istemiyoruz." söylemlerini samimi bulamadım. Ya da, biz bir film stüdyosundayız ve emir komutadan bir haber, başına buyruk joystick başında oturan bir askerimiz var, vurmuş.
- Koray, birkaç gündür konuşulmayan "yahu bu bilmem kaç kilometre nasıl gitti vurulduktan sonra, mümkün müdür?" mevzusunu dile getirmiş, mümkün değil, hadi buradan yakalım. Daha doğrusu, hızla savrulsa dahi yön değiştirebilmiş, değiştirmemişiz, değiştirememişler, artık kim bilebilir?
- Esad bundan birkaç ay önce "dostum" dediğimiz adamken şimdi "katilim" dediğimiz adam oldu. Durum böyleyken bir daha dosta dönemezsiniz. Kaldıki, mevzu füzeler, uçaksavarlara kadar geldiğinde, halkların kardeşliği de kurtarıcı olmayacaktır. 21. yüzyıl savaşları halklar arasında değil, açgözlü ya da agresif siyasi ve askeri kuvvetler arasında yaşanmaktadır. Dost halklar olmak, sınırdan insan kabulü ve birkaç demeçten ibaret değildir; ilk kurşun atıldığında herkes kardeşinin, arkadaşının, ya da kendi vatandaşının cephesinde yerini alacaktır.
- Birçok ağızdan duyduğumuz kendi gazetecisine, öğrencisine, askerine yaptığı yer yer hukuk dışı uygulamalar artık çıplak gözle görülebiliyorken, Erdoğan'ın kendi halkı bu demokrasi götürme olayını, rejim değişikliği çabasını ne kadar samimi bulabiliyor? Ben bulamıyorum, kelin merhemi olsa durumu varken, ben Pozantı'yı okurken, Chp'li bir kadın "Pardon efendim Chp Kürt, ana dil falan, bu meselelere karışmasın derken, uluslararası itibar hatrına, bu ülke gündemine birde savaş eklemek acımasızca değil mi?
- Türkiye bu sorunu hukuk çerçevesi içinde çözecekmiş, uluslararası aktörlere aktarılacakmış sorun, ki aktarıldı. Suriye Nato ilişkileri bir yana, Türkiye Ortadoğu ile ilişkilerin bir daha aynı olmayacağını farkında, bu açıkca demekki, "siz benim canımı yakarsanız, ben sizle sizin dilinizi konuşur gibi yapar, batının silahlarıyla sizi savunmasız bırakır vururum, ve olan halkınıza olur.". Bu Ortadoğu'nun dilemmasıdır.
Belki söylenecek daha çok şey var. Savaşın iki taraf tarafından istenmediğini hissedebiliyoruz, ama bu andan sonra durulan yer çok hassastır, şimdi olmaması asla olmayacağı anlamına gelmeyecektir, Suriye daha da agresifleşebilir. Türkiye'nin oturup, dış politikasını "limonunuz var mı, ben de şeker vereyim size"den bir tık öteye taşıması, şu an içinde bulunduğu durumu değerlendirmesi, sıfır komşu çok sorun meselesinin üzerine gitmesi lazım. Ticaret hamleleri, ambargolar, bu tür durumlarda sık karşılaşılan durumlardır, ama Suriye bankalarının Türk firmalar tarafından boşaltılmak istemesi bana pek mantıklı gelmedi.
Başlık, halen kayıp olan pilotlardan birinin babasına ait, ve şüphesiz ki, savaş kararını verenleri çocukları cephelerden çok uzaktadır..