9 Temmuz 2012 Pazartesi

İstanbul-İzmir Arası.. (Kardeşim Mantı,Yörsan,Bursa İskender, Şevki, İmren)

Neler sığmaz ki, aşk hariç.. 

Bu yazı yazılmak için çok bekledi, ama baktım artık unutacağım, pes ettim. 

1.Durak: KARDEŞİM MANTI/EMİRGAN 

Bu kadar zamandır neden duymamıştım bilmiyorum, ama annemin mantısı diyenlerdensiniz, gidin bir deneyin derim. "Etli Sarma"dan istemeyi de unutmayın. 

Emirgan'da Çınaraltı'ndan yukarıya doğru yürümeye başladığınızda sağ tarafta Kardeşim Mantı'yı göreceksiniz. Annesi ve Murat bey işletiyorlar, annesi bizzat kendi yapıyor. Sizi Murat Bey karşılayacaktır, oldukça keyifli biri, sohbet etmeye çalışın, zaten o sizinle etmeye başlayacaktır. Herkes masaya oturmadan siparişleri almaz, herkes oturmadan getirmez, tabağınızı bitirmeden hesap ödeyemezsiniz, oturduğunuz sürede telefonunuzdan da uzak durmaya çalışın, azar işitebilirsiniz. 

Hesap size oldukça makul gelecektir. 

Ps: Yaz olduğu için dışarıda oturduk biz ama, içerideki dekorasyon çok hoş, eminim ayrı bir keyifli oluyordur. 

2.Durak: YÖRSAN/SUSURLUK 

Çeşme'ye doğru yola çıktık. Ben açlık naraları atarken, betim benzim atmış, Sarper beni tınlamadan "Susurluk'ta yeriz diyor. İyiki de beklemişim. Yörsan'ın tesisi yolun sağ tarafından sol tarafına geçmiş, hatta hala iskeletler var etrafında. Ne yesek diye bakınıyoruz, ve karar veremeyip "Her şey" seçeneğini işaretliyoruz. 

"Karışık Tost"la açlığımı biraz bastırdıktan sonra, tahta kürek üstünde servis edilen "Kürek Pidesi"ni deniyoruz. Yemesi çok hafif, bol maydanoz ve biraz beyaz peynirle servis edilen kıymalı pideymiş meğersem bu "Kürek Pidesi". Tam doymaya başlamışken, "Çiğ Börek" yemeyi de unutmadım tabii. Eskişehir'de bile bu kadar güzelini yememiştim, ellerine sağlık. Mutlaka iki "Ayran" söyleyin, birinin tadı damağınızda kalacaktır. 

Höşmerimlerini başarılı bulmasamda, kemalpaşa tatlıları ve kazandibi inanılmazdı. 


3.Durak: BURSA İSKENDER/ SUSURLUK-ULUSOY TESİSLERİ

İskender yemeden dönülmez dedik durduk. Ben yemeyeli bayağı olmuştu, ne de güzelmiş. Ortaya soslu patlıcan söylemenizi tavsiye ederim, közlenmiş patlıcan üzerine domates sosu, onlar için de yeni bir lezzet. Parmaklarımızı yiyerek masadan kalkıyoruz, benim gözüm hala duvarlardaki tabak koleksiyonunda :) 

4.Durak: KUMRUCU ŞEVKİ/ILICA VE ÇEŞME 

Bir kere yiyip dönemezdik, bizde her Şevki gördüğümüzde durduk yedik :) Biraz daha ince olsaymış ne kadar mutlu olacaktım, zar zor iyileşen çene kaslarım, her seferinde tost makinasında bastırır mısınız dememe rağmen, mahvoldular. 

Slogan: "Bir işi yapacaksan tam yapacaksın, tadıyla yiyeceksin". 

Alınması gereken mesaj: Süper Kumru söyle, itinayla ketçap ve mayonezi sık, ısır bakalım. 

Ege'nin midyesi de bir başka oluyormuş ;) 

5. Durak: İMREN HAN/ALAÇATI

Otelin korkunç bir kahvaltısı olduğu için kendimi İmren'e saklamıştır. Alaçatı kahvaltısı söylüyoruz iki kişi. Masaya eklenen her tabakla gözlerim parlıyor. Kuru domates, tahin pekmez, zeytin reçeli, acuka, bal kaymak, vişne reçelli lor, karpuz, zeytin, domates salatalık söğüş, çeşit çeşit peynir, ve tabii İzmir tulumu. Çay demlikle geliyor, ben tercihimi limonatadan kullanıyorum, süper. 

Daha kahvaltının ortasında gözüm tatlılarda. Bir arkadaşım özellikle yoğurtlu vişneli ve damla sakızlı dondurmasını, bunların yanısıra sakızlı muhallebisini tavsiye etmişti. Masadaki tabaklardan birinden sakızlı muhallebinin tadına baktım mest oldum. Kahvaltı üstüne dondurma söylüyorum, çok dondurma sevmeyen biri olarak, yiyeceksem yoğurtluyu tercih ederim, ama bu bir başka güzel, keza sakızlısı da :) 

Mutlu mesut daha uzun bir ziyaret sözü vererek Alaçatı'dan ayrılıyorum.. 

Not: Tüm bu yemekler süresince fotoğraf makinamın pili yoktu, ya da ben yemekle biraz fazla meşguldüm ;) 

26 Haziran 2012 Salı

Oğlum İçin Savaş Çıkmasın!

Koray Çalışkan'ın bugün Radikal'de yayınlanan "Suriye konusunda haksız mıyız?" yazısının başlığını dün gördüğümden beri içeriğini merak ediyordum. Malum hepimizde biraz korku var:  Bir noktada sonucun faturasında bir kalem sahibi olursak ne yaparız? Birileri örtpas ettiğini düşünür, birileri boğazındaki düğümlere yeni bir tanesini daha ekler. Burası Türkiye, 8 yıldır adını bulamadığımız, desteklesek mi kösteklesek mi diye karar veremediğimiz, bir süredir iç savaş sınırının üzerinde, korkutmak için ayağını bir o tarafa bir bu tarafa doğru sallayan, yargı kanalları ciddi hasar almış, iktidarın iktidardan fazlası, muhalefetin muhalefetten yoksun olduğu, demokrasileşme oyununu kendi kurallarıyla oynamaya çalışan bir ülke. Peki Suriye ile ne oldu, Türkiye bu kadar Ortadoğu aşkıyla tutuşurken, biz nasıl komşusuz kaldık? Birkaç soru var. 

  • Hedefi Avrupa Birliği olan bir Türkiye'nin, Ortadoğu'ya olan bakışı ne kadar samimi bulunuyor? Avrupa'dan ya da Amerika'dan en ufak bir ıslık geldiğinde Türkiye tezkere tartışmalarını başlatmayacak mı? Türkiye lider olmak isteyebilir, hadi halklar da istiyor varsayalım, yönetimlerin ve rejimlerin ana aktörler olan siyaset adamları ve Ortadoğu'nun dikdatörlerinin hiç mi etkisi yok bu halklar üzerinde? Kaldı ki, günde bir dakika gazete okuyan bir insan için Türkiye şırasız şıra satmaya çalışıyor. Biz mandalaşmayı yasakladık derken, en güzel kılıfı bulmuş, Ortadoğu'ya yedirmeye çalışıyoruz? Ve de Can Dündar'ın dediği gibi hiç tanımadığımız bir Ortadoğu'ya! 
  • Diplomasi dinlerken kullanılmasında en çok rahatsız olduğum kalıptır, "thanks to". Bu kadar ülke, bu kadar uluslararası aktör, bu kadar kural, ve bazıları farklı noktalarda günde 5 kere ihlal edilebiliyor, sadece bakanlık sitesinden duyuruluyor, çok kimsenin ruhu duymuyor. Ve biz dönüp diyoruz ki, "ama ben Ayşe'nin de bebeğini aldım, sadece Serap'ınkini değil ama Serap bana vurdu.". Buradaki soru "sen neden bebekleri aldın?" mı yoksa "Serap neden vurdu?" mu, ya da daha reel bir soru var, "sen Serap'ı tanıyorsun, neden daha dikkatli olmadın?". Sabah Casa uçağının üzerinede ateş açıldığının haberini okuduktan sonra, iki tarafında "biz savaşmak istemiyoruz." söylemlerini samimi bulamadım. Ya da, biz bir film stüdyosundayız ve emir komutadan bir haber, başına buyruk joystick başında oturan bir askerimiz var, vurmuş. 
  • Koray, birkaç gündür konuşulmayan "yahu bu bilmem kaç kilometre nasıl gitti vurulduktan sonra, mümkün müdür?" mevzusunu dile getirmiş, mümkün değil, hadi buradan yakalım. Daha doğrusu, hızla savrulsa dahi yön değiştirebilmiş, değiştirmemişiz, değiştirememişler, artık kim bilebilir? 
  • Esad bundan birkaç ay önce "dostum" dediğimiz adamken şimdi "katilim" dediğimiz adam oldu. Durum böyleyken bir daha dosta dönemezsiniz. Kaldıki, mevzu füzeler, uçaksavarlara kadar geldiğinde, halkların kardeşliği de kurtarıcı olmayacaktır. 21. yüzyıl savaşları halklar arasında değil, açgözlü ya da agresif siyasi ve askeri kuvvetler arasında yaşanmaktadır. Dost halklar olmak, sınırdan insan kabulü ve birkaç demeçten ibaret değildir; ilk kurşun atıldığında herkes kardeşinin, arkadaşının, ya da kendi vatandaşının cephesinde yerini alacaktır. 
  • Birçok ağızdan duyduğumuz kendi gazetecisine, öğrencisine, askerine yaptığı yer yer hukuk dışı uygulamalar artık çıplak gözle görülebiliyorken, Erdoğan'ın kendi halkı bu demokrasi götürme olayını, rejim değişikliği çabasını ne kadar samimi bulabiliyor? Ben bulamıyorum, kelin merhemi olsa durumu varken, ben Pozantı'yı okurken, Chp'li bir kadın "Pardon efendim Chp Kürt, ana dil falan, bu meselelere karışmasın derken, uluslararası itibar hatrına, bu ülke gündemine birde savaş eklemek acımasızca değil mi? 
  • Türkiye bu sorunu hukuk çerçevesi içinde çözecekmiş, uluslararası aktörlere aktarılacakmış sorun, ki aktarıldı. Suriye Nato ilişkileri bir yana, Türkiye Ortadoğu ile ilişkilerin bir daha aynı olmayacağını farkında, bu açıkca demekki, "siz benim canımı yakarsanız, ben sizle sizin dilinizi konuşur gibi yapar, batının silahlarıyla sizi savunmasız bırakır vururum, ve olan halkınıza olur.". Bu Ortadoğu'nun dilemmasıdır.


Belki söylenecek daha çok şey var. Savaşın iki taraf tarafından istenmediğini hissedebiliyoruz, ama bu andan sonra durulan yer çok hassastır, şimdi olmaması asla olmayacağı anlamına gelmeyecektir, Suriye daha da agresifleşebilir. Türkiye'nin oturup, dış politikasını "limonunuz var mı, ben de şeker vereyim size"den bir tık öteye taşıması, şu an içinde bulunduğu durumu değerlendirmesi, sıfır komşu çok sorun meselesinin üzerine gitmesi lazım. Ticaret hamleleri, ambargolar, bu tür durumlarda sık karşılaşılan durumlardır, ama Suriye bankalarının Türk firmalar tarafından boşaltılmak istemesi bana pek mantıklı gelmedi. 

Başlık, halen kayıp olan pilotlardan birinin babasına ait, ve şüphesiz ki, savaş kararını verenleri çocukları cephelerden çok uzaktadır.. 

23 Haziran 2012 Cumartesi

Balık ile Balıkçı

Balıkçı:  Geldiğimi duymadın mı? 
Balık: Hayır, neredeydin? 
Balıkçı: Tam arkanda.
Balık: Duymadım.
Balıkçı: Sana söylemiştim. 
Balık: Duyduğumu değil hissettiğimi biliyorum. 


Balık balıkçının onu suya geri bırakması ile ölür. 


SON 
(Senaryo yazmaya geri dönmeliyim!) 



22 Haziran 2012 Cuma

Lazy Photographer










Uzun denilebilecek bir tatilde, makinam ancak dönüş yolunda havaalanında ortaya çıkıverdi. Bu tembellik niyeydi, neden canım istemedi, gerçekten bilmiyorum. Havaalanlarını sanırım seviyorum, belki de her gelişin bir gidiş, her gidişin bir geliş, her kaçışın bir son olduğunu bildiğimdendir, kim bilir? 

Bodrum'a yolunuz düşerse çarşı içinde tuvaller, taşlar, minik tahtalar üzerinde resmedilmiş, inanılmaz güzel atlar ya da dev narlar görürseniz, içeri girin ve onların mimarı ile sohbet edin. Keşke biraz daha zamanım olsa dedirten bir andı benim için.. 

Yavaş yavaş taşınıyorum, fotoğraflara bundan sonra ifthatifthis.tumblr.com'dan bakabilirsiniz. 

Bodrum Havaalanı
En sevdiğim kare için tıklayın.

İyi haftasonları..

9 Haziran 2012 Cumartesi

Football and Songs / Euro 2012

Euro 2012 bugün başladı. Bu senenin ev sahibi iki ülkesi Polonya ve Ukrayna. Bensiz başlamasına bozuldum ama bir düğünde yer almam gerekiyordu. Ev sahibi Polonya'nın Yunanistan'ı yenmek için bildiğiniz gibi %18 şansı vardı, olmadı, berabere kaldılar. Oldukça ilginç bir istatistik, efendim ev sahibi takımın ilk maçta yenmesi oranı, rica edeceğim Beşiktaş'ta Hoojdonk'u görmek istemeyenleri de bir hesaplayabilir miyiz? Pardon, bu arada Rusya'da Çek'leri perişan etti deyim yerindeyse. 

Limitsiz içki bayağı adamı perişan eden bir hediye. Ama annemin söylediği bir şey şu an bile çok net. 

"Futbol olmasa bu kadar şarkı olmazmış." 

Haklıydı. Bir gece kulübünden bahsetmiyorum, iki saat kadar hareketli müziğin çaldığı bir düğündü ona bunu söylettiren. Dünya kupaları, ulusal futbol turnuvaları derken ne çok şarkı var aslında futbola, hatta sporun bir çok dalına ait olan. Ben futbola aşık biri olarak onu kayırmadan, aklıma gelenleri buraya listelemeye çalışacağım. 

Hem Avrupa hem de Dünya Kupalarının bu herkesi biraraya getiren,  bizim ülkemiz olsun olmasın içimize bırakıp kaçtığı neşeye bayılıyorum. Yeri gelmişken Cüneyt Çakır'ı lütfen kaçırmayalım. Futboldan bağımsız ortaya çıkan ama onunla hatırlanan, ya da sadece onun için yapılan tarafımdan seçilen ve sevilen beş şarkı! 

1) Queen / We are the Champions
2) Nine/ Those Were the Days 
3) Shakira / Waka Waka
4) Michel Telo/ Eu Sei Eu Te Pego
5) Ricky Martin / Go Go Go Ale Ale Ale

Güzel futbola doyduğumuz bir Euro 2012 bizi bekliyor.

İyi haftasonları..

29 Mayıs 2012 Salı

Kürtaj Yasası, demokraside sınıfta kalmaktır!

"Kürtaj bizim milli değerlerimize aykırıdır." 

"Kadının bedeni üzerinde söz söyleme hakkı vardır, müdahale etmemeliyiz, o zaman köprüden atlayana da mı müdahale etmeyelim?" 

"Her Uludere bir kürtajdır." 

Bir arkadaşım bir pankart paylaştı dün. Üzerinde ingilizce olarak "Hala bu şeyi protesto etmek zorunda olduğuma inanamıyorum" yazıyordu. Biz de soralım; iki üç gündür Türkiye'nin gündeminde neden "Kürtaj Yasası" var, biz neden bir anda kürtaj yasasını tartışmaya başladık ve yakında Bakanlar Kurulu bu konuda görüşecek? 

Kim kimin kulağına su kaçırdı bilinmez, ama bedenlerimiz gittikçe elden gidiyor, hayatlarımız, kararlarımız, özgürlüklerimiz..Doğmamış çocuklarımız dile düşmüş.. Hem Amerika'da hem de Avrupa'da yıllardır tartışılan bir konudur, Türkiye'ye geç gelen bir ses oldu bana sorarsanız. 

Elbette konuşulabilir, tartışılabilir, ama doktorlar ve bedenin bütünlüğünü savunan insan hakları savunucuları tarafından şüphesiz. Benim asıl derdim, böyle bir müdahale, yasaklama ya da yasalaştırmanın demokrasi kılıfına ne kadar sığdığı ya da sığmadığı. Sadece son bir kaç ayda bu konular üzerine okuduğum makalelere dayanarak sizlere söylebilirim ki, insan hakları çerçevesinde sivil topluma karşı gösterilen tutumdan sonra, en ciddi manevra ile karşı karşıyayız. Biz buna polis devlet diyoruz, ve maalesef yatak odasına kadar girme talebiyle bize yaklaşıyorlar. Bizlerse ne diyeceğimizi bilmiyoruz? Önce 3 çocuktu, sonra normal doğum teşviği, şimdi ise kürtaj yasası; söylem ise biz insanımız için en iyisini istiyoruz. 

Demokrasi adımlarıyla emekleyen bir ülke için kaçması gerekilen bir konunun içine düşüvermiş olduk. Bize dersimizde demokrasi ile ilgili söylenen bir örnek vardır. Düşünün ki, komşunuz ve eşi her gün kavga ediyorlar, belki vuruyor, ama  o kadın şikayet etmediği sürece müdahale edebilir miyiz, hayır edemeyiz. Demokrasi teorileri iki uç arasında gidip gelir, biri anarşiyle sonuçlanan özgürlükler ve diğeri ise yatak odasına kadar giren polis devlet. Bunun arasını bulmak mümkün değil mi? Elbette mümkün, ama Türkiye gittikçe maalesef yatak odasına doğru ilerliyor. Başbakan'ın verdiği köprü örneğinin de bizim için siyasi bilimde bir karşılığı vardır, ki bu gerçek bir vakadan alınmıştır: Topluca intihar etmek isteyen bir kabile, o gün ölürlerse cennete gideceklerine inanıyorlarmış, peki şimdi bunu bilerek ne yapmalı? Seyretmeli mi? İkna ederek engel olmaya mı çalışmalı? Benim anladığım Başbakanımız bu sefer dersine az çalışmış, ve şahsım adına Kürtaj Yasası kendisi ile birlikte öne sürülen sebepleriyle sınıfta kalmış. 

Teoriler ve tanımlar bir kenara, tıbbi olarak belirlenmiş kriterler doğrultusunda yıllar önce cenin ve birey ayrımı yapılmış, anne için sağlıklı olacak döneme kadar gebeliğin sonlandırılabileceği konusunda bir anlaşmaya varılmıştır. Gebeliği sadece istenen bir durum olarak görmek, bir kadın ve bir erkeğin ömür boyu taşıyacağı bir sorumluluğu ne zaman taşıyacağının kararının elinden alınması, daha da kötü sonuç ise illegal ve sağlıksız çözümlere yönlendirilmesi korkunç bir bakış açısı hatasının sonucu olabilir ancak. Eğer halktan olduğu iddia ediliyorsa, istenmeyen gebeliğin istenmeyen bir boğaz olduğu, tecavüzün en yaygın sonucunun gebelik olması, Türkiye'de doğum kontrol yöntemlerinin ve aile planlamasının özellikle Doğu'da hala ciddi bir sorun olarak görüldüğünü nasıl gözden kaçırırsınız? 

Her kadın anne olmak ister, her erkeğin baba olmayı istediği gibi, ama lütfen bunun ne zaman olacağına biz karar verebilir miyiz? Ve tıbbi olarak kürtaj cinayet değildir, hipokrat yeminini hiç bir doktor katil olmak için etmez, çiğnemeyin onları. Ama eğer bizi duyuyorsunuz Uludere'de olanlar cinayettir, katili de bellidir. 

Son olarak, biz sizlerin yaptığı kürtajlardan geriye kalanlarız, milliyetçiliğe, kemalistliğe, türke, kürde, aleviye, ermeniye, dile, dine.. Her gün içi biraz daha boşaltılan..Bizi her gün öldürüyorsunuz, farkında mısınız? 


19 Mayıs 2012 Cumartesi

Safi Meyhane/ Şişhane


Bu ayın ALLdecor dergisinde Safi Meyhane ile karşılaştım. Başlık "Yeni Nesil Modern Meyhane" gibi bir şeydi. Nisan ayının başında açılışı yapılmış, daha çok taze bir mekan. Meyhane, Turizm Araştırmacıları Derneği ve Yeni Rakı işbirliğinde gerçekleştirilen bir projenin ilk meyvesi, kendisinden bir çok yerde göreceğiz ilerleyen günlerde. Hiç vakit kaybetmedim ve bu cuma ziyaret ettim.

Safi Meyhane'nin hem artıları hem eksileri var. Ulaşımı çok kolay, bilenler için MissPizza'nın yanı, hemen Şişhane metrosunun çıkışında yer alıyor. Dekorasyonu genç ellere teslim edildiğinden, her köşesi ayrı keyifli bir mekanla karşılaşacaksınız. Sigara içebileceğiniz sembolik olmaktan uzak bir terası var, ki bu artık çok önemli, özellikle yaz kapıdayken. Çalışanların hepsi inanılmaz güleryüzlüler ve sizinle çok iyi iletişim kuruyorlar, gönül rahatlığıyla bahşiş verdiğim nadir restoranlardan biri oldu, belirtmeliyim. 

Müzik Göksel'den Sezen Aksu plaklarına geniş bir aralıkta, sizi çok da rahatsız etmeden arkadan muhabbete eşlik ediyor, korkmayın çok bağırmak zorunda kalmayacaksınız. 

Fakat yemekler için bu kadar iyimser olamayacağım. Patlıcan ezmesinden, pilakiye özellikle mezeleri yemesi pek keyifli değildi. Yaprak ciğer ve fava fena değildi, ancak yediğimiz hiçbir şeye "wov" demedik, ve porsiyonları birazcık küçüktü. Balığı denemeyi riskli bulduğum için "dana yanağı"ndan kullandım tercihimi. Hafif yağlı ama lezzetliydi. Beni en çok sevindiren şey ise, bir bir buçuk yıl sonra Hatay'ın kuru sulu kabağını tatlı menüsünde görmekti, yolunuz düşerse mutlaka yanınızda bir kaç kilo getirin. 

En geç ikide kapanıyormuş, Beyoğlu için erken bir saat. Kitle çocukludan gence kadar geniş bir yelpazeye yayılıyor. Genel eğilim erken gelip erken kalkmak. Fiyatlar alışılagelmiş gibi, hatta hesap önünüze geldiğinde "aa ne güzel" dedirtiyor.

Konsept ve fikir çok güzel, ancak rakı içilen bir mekan için mezelerin lezzetli olması önemli. 

Afiyet olsun, iyi pazarlar..

Daha fazla bilgi almak için: safimeyhane.com